Kişinin kendi benliğiyle safça bir ilişki kurabilmesi neden önemlidir?Yaşamdan birkaç örnek alalım. Farz edelim ki, kişi iş yerinde üstleri tarafından takdir edilmediğini, onlar tarafından önemsenmediğini ve bu nedenle de hakkının yendiğini hissediyor; ama, öyle bir pozisyondaki bu durumu düzeltmek için elinden bir şey gelebileceğine inanmıyor. Eziklik içinde, öfkeli, umutsuz ve çökkün.Kendi özünden kopuk insanKendi benliğiyle safça ilişki içinde olmayan insan bu durumda kendi iç dünyasını anlama ve bu anlayış içinde çözüm bulma yerine hep dış dünyaya yönelik ve çoğu kere sorunla ilişkisi olmayan şeylere zaman ve enerjisini verir. Örneğin, evde eşine ve çocuklarına öfkeli davranır. Onlara hayatı zehir edecek bir aile ortamı oluşmaya başlar. Ve evini cehennem azabına çevirmesinden sorumluluk almaz. “Ben cehennem azabı çekiyorum, onlar da çeksin!” der ve işin içinden çıkar. Örneğin, kendini içkiye, sigaraya verir. Ve bu davranışının sorumluluğunu da kabul etmez. “Sigara içmezsem bu stresi ben nasıl atabilirim? İçki içmezsem bu hayat çekilir mi?” diyerek kendi davranışının sorumluluğunu iş yerindeki yöneticilere atar ve sağlıyla ilgili olumsuz bir gelecek yaratmaya yönelir.Örneğin, kavgacı ve geçimsiz bir insan haline gelir. Yöneticilerden gelen hayal kırıklığını tüm ilişkilerine yansıtarak yaşama küskün, inançsız, alaycı, umutsuz biri haline gelir. Böyle bir insan yakın, güvenilir ilişkiler, dostluklar oluşturamaz. İnsanlar yavaş yavaş onun çevresinden çekildikçe o daha da geçimsiz, daha da inançsız ve umutsuz bir insan olur. Ve kendi yarattığı yalnızlığın içinde ruhen ölür.Örneğin, kendini aşırı spora, egzersize ve fiziksel faaliyetlere verir. Bedenen gelişir ve gerçekten stres atar, ama sorun çözülmeden devam eder. Böylece bedensel faaliyeti yüksek ama kendi iç dünyasını algılayışı düşük bir insan olarak yaşamını sürdürür.Bu örnekler çoğaltılabilir. Bu örneklerin hepsinin ortak paydası, kişinin kendi özünden kopuk olması, kendisiyle saf bir ilişki içinde olmayışıdır.Kendi özünden kopmamış insanŞimdi kendisiyle safça bir ilişki içinde olan insanı örnek alalım. Yine, farz edelim ki, kişi iş yerinde üstleri tarafından takdir edilmediğini, onlar tarafından önemsenmediğini ve bu nedenle de hakkının yendiğini hissediyor; ama öyle bir pozisyondaki bu durumu düzeltmek için elinden bir şey gelebileceğine inanmıyor. Eziklik içinde, öfkeli, umutsuz ve çökkün olsun.Kendiyle ilişki içinde olan kişi, kendi iç dünyasının sorumluluğunu alabilen kişidir. Bu kişi, “Ben eziklik, öfke hissediyorum; umutsuz ve çökkünüm,” der ve kendi iç dünyasını bu gerçeklik içinde gözlemler.İç dünyasının bu durumunu gözlemleyip bu algıya varınca, hemen şu ikinci adım kendini gösterir: “İş yerindeki yöneticiler bu duyguları bu kadar güçlü olarak bende niçin yaratıyorlar? Sokakta herhangi biri bana onların davrandığı gibi davransa ben de bu etkiyi uyandırmaz; ama onların davranışı ben de eziklik, öfke, umutsuzluk ve çökkünlük yaratıyor! “Demek ki davranışın kendisi değil, o davranışı yapan kişiyi önemsiyorum!” gözlemini yapar ve daha sonra, “Peki, bu kişiyi ben niçin bu kadar önemsiyorum?” sorusunu sorar.Böylece, kendi geçmişinden iş ortamına ne gibi yüklemler getirdiğini anlamaya yönelir. Bunun sonucunda geçmişinde anababa, amca-dayı, abla-ağabey, öğretmen gibi otorite durumunda bulunan kişilerle ilişkisinin tarihçesini gözden geçirerek bazı anlayışlara varabilir veya varmayabilir. Ama kendini gözlemeye ve niçin böyle hissettiğinin kökenini araştırmaya devam eder.Bu bilinç içinde, örneğin evde eşine ve çocuklarına öfkeli davranmaz. Eşiyle mutlaka içinde bulunduğu durumu paylaşır ve kendini anlama araştırmasına bu en yakın dostunu da katar. Çocuklara ‘eziklik, öfke, umutsuzluk ve çöküntüsünü’ yansıtmamaya özen gösterir. Bu işte onların hiçbir suçu olmadığının bilincinde ilerde vicdan azabı çekmemek için onlarla sevecen ilişki içinde olmaya daha bir özen gösterir.Bu kişi, örneğin kendini sigara ve içkiye vermenin saçmalığını hemen görür ve böyle davrandığı takdirde savaşı baştan kaybettiğini bilir. Kendi yaşamının sorumluluğunun en sonunda kendi bilincinde yattığının farkındadır; gelişmiş olgun bir yetişkinin bütün içtenliğiyle bu sorumluluğu kabul etmek zorunda olduğunu bilir. Örneğin, ilişkilerinde kavgacı ve geçimsiz olma emareleri gördüğü zaman hemen bunun farkına varır; bu davranışının sorumluluğunu alarak dostlarından özür diler ve kendini anlama konusunda, evde eşinin yardımını istediği gibi, bilinçli bir tarzda seçtiği dostlarından yardım ister. Bu tutum onu dostlarından ayırma yerine, onları daha yakınlaştırır.Kendini spora bilinçli olarak verir; ama spor yapmanın sorunun çözümü olmadığını bilir. Kendini anlamanın ve bu anlayış içinde yaşamda yeni olanaklar yaratmanın önemini kavramıştır ve hep bu arayış içinde olur. Bu arayış içinde olduğu için de kişisel bütünlük içinde gelişmesini sürekli kılar.Yaşamın etkili ve anlamlı olması için kişinin kişisel bütünlüğünü yitirmemesi gerekiyor. Bir önceki makalede yer alan, ‘Kişinin kendi benliğiyle safça ilişki kurabilmesi o kişinin yaşamının anlamlı olmasının çok önemli bir yönünü oluşturuyor,’ ifadesi bu gerçeği yansıtıyor. Önümüzdeki yazıda kişisel bütünlükten konuşalım istiyorum; buluşmak umuduyla. Doğan Cüceloğlu (18/12/2005)
yorum Yap