Sir Isaac Newton Biyografisi: Tarihin en etkili bilim insanı

user
avatar
1644 Puanlar 0 Takipçiler
Babayigit

Görüş Profil
3 gün önce Paylaşıldı Biyografi

Yepyeni bir seriye başlıyoruz arkadaşlar. Dünyayı değiştiren insanlar serisi. Bu seride özellikle bilim insanlarının trajik ve fedakar yaşamlarına bakacağız. Ama konuğumuz her zaman bir bilim insanı olmak zorunda değil.

Newton’ın 1689’da yapılmış portresi (Godfrey Kneller)


İlk konuğumuz Sir Isaac Newton. Bence ilk konuk olmayı fazlasıyla hak eden bir kişi. Zira üç asır boyunca tarihin en etkili bilim insanları sıralamasında lider oydu. Birçok bilim insanına göre ise hâlâ o.

Onun için ölümsüz bir ölümlü diyebiliriz.


Newton’ı bugüne kadar hep kafasına elma düşünce yer çekimini keşfeden adam olarak hafızamıza kazıdılar. Aslında Newton bundan çok daha fazlası. Çok daha derinlikli bir insan.

Kendisiyle kanlı bıçaklı olan hatta Newton’u kendi teorilerini çalmakla suçlayan Alman Matematikçi Wilhelm Leibniz bile onun için şöyle demiş:

“Newton, matematik alanında dünyanın başlangıcından kendisine kadar yapılmış olanlardan, daha fazlasını yapmıştır.”


Çek kökenli Avusturyalı fizikçi ve felsefeci Ernst Mach ise:

“Newton’dan bu yana matematikle yapılan her şey, onun çalışmalarının geliştirilmesinden ibarettir.” demiş.

Gerisini siz düşünün.

Herhalde bu kadar giriş yeter.


Şimdi gelin Newton’ı önce bilim insani kimliğiyle, şöyle çocukluğundan başlayarak bir inceleyelim. Daha sonra da karanlık yönleriyle ele alacağız. Eminim ki çok şaşıracaksınız.


Yalnız bir insan dünyayı değiştiriyor

Düşünsenize; yalnız bir insan, çalışma masasının üstüne eğilmiş, sadece bir tüy kalemi, ev yapımı mürekkeple doldurduğu bir hokkası ve sayısız boş kağıt dışında hiçbir şeyi yok ve evrenin nasıl işlediğinin h***as hesaplamasını yapıyor.

Çok zeki bir adam bunu anladık. Peki Newton nasıl bir karaktere sahipti?

Newton’ın ilginç karakteri

Üzülerek söylemeliyim ki yüksek dehasına rağmen Newton, pek arkadaş olmak isteyebileceğiniz türden bir karaktere sahip değildi.

Ruhsuz, kindar, değişik bir adamdı.

Ama en bilindik özelliği yalnız olmayı çok sevmesiydi. Zihinsel konularda neredeyse hiç arkadaşı yoktu. Onu iyi tanıyan tek kişi, müthiş buluşlarını ortaya koyduğunda yanında olan oda arkadaşı John Wickins’ti. Ama ne yazık ki 20 yıllık arkadaşı onunla ilgili ne bir mektup ne de bir anı bıraktı.

Wickins belki de Newton’ın ne yaptığını anlayamıyordu bile. Bu yüzden yazacak bir şeyi de yoktu.

Aynısı Newton’ın akrabası olan Humphrey için de geçerliydi. Isaac onu bazı ev işlerini yapması için işe almıştı. Humphrey işvereninden bahsederken “ruh gibi bir adamdı, gece boyunca ateşin önünde uyur, üstünden tek bir kıyafet çıkarmaya bile zahmet etmezdi” demiş mesela.

Biliyor musunuz? Newton, her biri fizikte devrim yaratacak çalışmalarını yayınlamayı düşünmüyordu bile. Ama neyse ki onu ikna edecek insanlar vardı.

Yani anlayacağınız gerçekten garip bir adam.

Erken dönemleri

Doğumu

Önce gelin Newton’ın çocukluğuna bir gidelim. Böylece dünyanın en önemli bilim insanının nasıl böyle değişik bir karaktere sahip olduğunu anlamamız kolaylaşacak arkadaşlar.

Isaac Newton adını babasından aldı. Çünkü babası o daha doğmadan önce hayatını kaybetmişti. Annesi Hannah 24 Aralık 1642 günü doğum sancıları çekmeye başladı. Gökte dolunay vardı ve bebek Noel sabahında, gece yarısını bir saat geçerken doğdu.

Yani Hristiyanlık inancında özel bir günde doğmuştu Isaac. Ve sonra göreceğimiz gibi bu günde doğması kendisini biraz Tanrı tarafından görevlendirilmiş hissetmesine sebep olacaktı.

Newton, prematüre olarak dünyaya geldi. Doğduğunda o kadar güçsüzdü ki, Hannah’nın doğumuna eşlik eden iki kadını ilaç almaya gönderdiler. Gelin görün ki kadınlar bebeğin çoktan ölmüş olacağını düşündükleri için, acele etmek yerine yolda oturup dinlendiler.

Dünyayı değiştirecek adamı az daha ölümüne terk ediyorlardı anlayacağınız.

Sonraki yıllarda Hannah oğluna o geceyi anlattı. Dedi ki:

“Doğduğunda o kadar küçüktün ki, minik bir tencereye sığardın”

Newton uzun süre yaşıtlarından çok daha ufak tefek kaldı. Hatta yetişkinliğinde bile o dönemin ortalama bir İngiliz erkeğinden daha kısaydı.

Annesinin yeniden evlenmesi

Isaac üç yaşına geldiğinde annesi dul bir papaz ve oldukça varlıklı bir adam olan Barnabas Smith’le evlendi.

İşte ne olduysa bu evlilikten sonra oldu. Isaac’in çocukluğu zor bir döneme girdi.

Hannah, Smith’e dedi ki:

“Seninle evlenirim ama bir şartım var.”

Ne de olsa çocuğunu düşünmek zorunda. Bir anne. Şöyle devam etti:

“Oğluma birkaç mülk hediye eder ve Woolsthorpe Malikanesi’ni restore ettirirsen seninle evlenirim.”

Smith isteği kabul etti.

Kabul etti etmesine fakat bir yandan da Isaac’in anneannesiyle yaşamasına karar verildi.

Yani tamam maddi olarak geleceğini düşündü annesi, fakat bir yandan da hem öksüz hem de yetim bıraktı oğlunu. Zaten babasını hiç tanımamış olan zavallı Isaac bir de annesinden ayrı kaldı böylece.

Isaac büyüdükçe bu kayıp onu içten içe, duygusal bir kanser gibi kemirdi ne yazık ki.

Newton’ın gençlik yıllarında, dini inançlarını yoğun olarak yaşadığı bir dönem vardı arkadaşlar. Hayatı boyunca işlediği günahları yazdığı bir liste yapıyordu kendine. Bakın 13 ve 14. Sırada ne yazıyor. Çok çarpıcı:

13.“Babam Smith ve annemi yakmakla, üstüne bir de evlerini yakmakla tehdit ettim.”

14.”Ölmek istedim ve bunu bazıları için de diledim.”

Üvey babasının ölümü ve Woolsthorpe’a dönüşü

Smith nihayet 1653’te hayatını kaybettiğinde artık zengin bir dul olan Hannah yanına üç çocuğunu da alarak Woolsthorpe’a döndü. Ama gelin görün ki 11 yaşına gelmiş olan Isaac artık zihninin gizli bölmelerine çekilmiş, insanlarla temastan kaçınan, yalnız bir çocuk olup çıkmıştı.

Lise hayatı

Hannah eşinden farklı olarak Isaac’in okumasını istedi. Isaac anneannesindeyken, köy okulunda ilk öğrenimini tamamlamıştı zaten. Böylece annesi onu Woolsthorpe’a 10 kilometre mesafede olan King’s School’a gönderdi.

Burada dersler Latince ve Yunanca dillerinde veriliyordu. Genç Isaac’in klasik eğitiminin temelleri bu dönemde atıldı. İncil dersleri de müfredatın önemli bir parçasıydı. Böylece Isaac, İbranice yazmalarla tanıştı. King’s School’da özellikle dilbilgisi ve literatüre odaklanılıyordu ancak öğrencilere sınırlı da olsa aritmetik dersi veriliyordu.

Isaac farklı bir çocuktu. Küçük bir çocukken özel yanlarını geliştirmeye başlamıştı. Tuhaf icatları ve mekaniğe olan sıra dışı bir eğilimi vardı. Derslerden sonra diğer çocuklarla oynamak yerine süs eşyaları ve her çeşit ahşap modeller yapmakla uğraşan bir çocuktu. Bunun için büyük bir ustalıkla kullandığı bir atölye dolusu alet edavatı vardı.

Newton’ın güneş ve su saatleri

Liseye başlamadan önce bile Güneş’in hareketiyle ilgili bir çalışma yapmış, Woolsthorpe Malikanesi’nin güney cephesinde bir camın yanına iki güneş saati kazımıştı.

Bu kadar meraklı bir çocuktu.

Bu çalışmasını lisedeyken daha da geliştirdi. Hatta öyle ki herkes Isaac’in saati sayesinde saatin kaç olduğunu biliyordu.

Yaptığı pek çok mekanik model arasında bir de su saati vardı. Anlayacağınız Newton çocukluğunda bile deha belirtileri sergiliyor, fikirlerle ve mekanizmalarla oynuyordu.

Derslerine olan ilgisizliği

Tabii buraya kadar anlattıklarımdan Newton’ın derslerinin iyi olacağını düşünmüşsünüzdür. Ama durum hiç de öyle değildi. Hatta o kadar ki seksenden fazla öğrencinin olduğu okulunda okul müdürü onu sondan ikinci sıraya koymuştu.

Çocukluğuna iz bırakan bir olay

Ancak bir gün bir olay yaşandı arkadaşlar ve bu olaydan sonra Isaac çok değişecekti.

Olay şöyle:

Bir sabah derse girmeden önce önünde duran bir çocuk Newton’ın karnına bir tekme attı. Isaac deliye dönmüştü. İntikam düşünceleriyle yanıp tutuşuyor ve ders bitiminde sınıf arkadaşını kavgaya davet ediyordu. Rakibine göre daha çelimsiz olmasına rağmen daha ateşli bir saldırıya geçen Isaac, çocuğu pes edinceye kadar dövdü. Hatta o kadar ki ders olsun diye çocuğun suratını kilise duvarına sürttü.

İşte bu olay Newton’ın kendisine gelmesini sağladı ve kendini derslerine verdi. Kısa sürede okulun en iyi öğrencisi oldu.

Okuldan alınması

Ama kaderin cilvesine bakın.

Tam her şey yoluna girmiş ve Isaac mutlu bir öğrenci olarak hayatına devam ederken annesi Hannah dedi ki:

“Bu kadar okuduğun yeter.”

Isaac o sıralarda 15 yaşındaydı.

Annesi onu, saygın bir toprak sahibi olmanın yollarını öğrenmesi için okuldan almaya karar vermişti.

Hem okul müdürü hem de Isaac şaşkına dönmüştü.

Çünkü Isaac kendisini kırsalda çiftçilik yapıp toprak ağası olacak bir adam olarak görmüyordu. Hatta okulu bırakması yeniden depresyona yol açabilirdi.

Ama annesi son derece kararlıydı. Isaac eve döndü mecbur. Ama talimatlara uymadı. Tarlaya gitmeyi reddediyor, komşuların hayvanlarına zarar veriyor, koyunları başı boş bırakıyor, buğdayları ekmiyordu. Hatta o kadar ki, genç adam, yemek için bile eve dönmeyi unutuyordu.

Onun tutkusu çiftçilik değil kitaplarıydı. Zihin dünyasında yaşıyordu. Bu dünyası onun için dış dünyadan çok daha gerçekti.

Okula geri dönüşü

Neyse ki bir süre sonra okul müdürü Isaac için bir girişimde bulunmaya karar verdi. Annesiyle konuştu ve böyle bir zekanın okula devam etmesi gerektiğini söyledi. Hatta okul uzak olduğu için ödenmesi gereken harcı bile ödemeyi teklif etti.

Hannah kararsız kaldı ve kardeşinden tavsiye istedi. Dedi ki:

“William bana bir akıl ver. Ne yapmak lazım?”

William şaşırtıcı bir biçimde Isaac’in okula dönmesi gerektiğini söyleyerek okul müdürünü destekledi. Hannah da gönülsüzce onay verdi.

Ve büyük gün.

Okul müdürü adeta bir baba gururuyla Isaac’i sınıfın önüne çıkardı. Yaşlı gözlerle genç adamı övdü ve diğer gençlere onun izinden gitmeleri çağrısında bulundu.

Böylece Newton için yepyeni bir dönem başlıyordu. Lise hayatı yavaş yavaş bitiyor ve Cambridge Üniversitesi’nin kapıları aralanıyordu.

Cambridge eğitimi

Newton Cambridge Trinity Koleji’nde okurken bir yandan da garsonluk yapıyordu. Annesi ciddi bir servete sahip olmasına rağmen ona çok az para gönderiyordu. Çünkü bu okul macerasını gereksiz görüyordu artık.

Newton 1661 yazında on dokuzuna girmek üzereydi ve hizmet ettiği zengin çocuklarından bir iki yaş büyüktü. Bu onun için utanç vericiydi ve bu durum insanlardan daha da uzaklaşmasına neden oldu. Üniversite’de tuttuğu felsefe defterine şu satırları yazmıştı:

“Ben Plato’nun arkadaşıyım, Aristo’nun arkadaşıyım ama en iyi arkadaşım gerçek.”

İncelemek istediği konuları da aynı deftere kaydetmişti. Bu konular arasında “hava,” “dünya,” “madde”, “zaman”, “sonsuzluk”, “ruh” ve “uyku”ya kadar çeşitli konular vardı.

Vizyona bakın.

Ama onun asıl özelliği neydi biliyor musunuz?

Yeni bilimsel yöntem

Tam da bir bilim insanından beklendiği gibi kendinden yüzyıllar önce yaşamış bilim insanlarının tezlerini dayandırdıkları hislere güvenmiyordu. Daha yeni ve devrimsel fikirlere, mesela Galileo’nun deneysel yöntemine yoğun ilgi gösteriyordu. Doğayla ilgili soruları ele alırken, yeni bilimsel yöntemi ve temel adımlarını benimsedi.

Yani:

-Veri topla

-Bir hipotez oluştur

-Deneyler yap

-Hipotezi doğrula ya da reddet

Newton çok çalışkan ve azimli biriydi. Göksel fenomenlere çok meraklıydı. Geceleri uyumaz ve kuyrukluyıldızların hareketlerini izlerdi. Gündüzleri ise Güneş’e kafayı takmıştı. Hatta o kadar ileri gitmişti ki çıplak gözle dakikalarca Güneş’e bakarak gözünde beliren renkli izlerin sırrını çözmeye çalışıyordu.

Bir keresinde kör bir iğneyi gözünün alt kısmına batırarak gözünün şeklini değiştirmeye bile çalıştı. Böylece göz şekliyle renkler arasında bir bağlantı olup olmadığını anlamayı bekliyordu.

1664’e gelindiğinde Newton’ın hayatının çalışması oldukça şekillenmişti artık.

Bakın sadece 22 yaşında bir adam.

Evrenin rasyonel mekanik yasalarla yönetildiğine ve bilimsel yöntemleri uygulayanların doğanın sırlarına erişeceğine inanan entelektüel isimler arasına katılmıştı.

Bu büyük arayışına tek başına başlamıştı. Herkesten uzak, soyutlanmanın koruma sağladığı kişisel dünyasına kapanarak tamamlamıştı. Adeta bir yarı Tanrı gibi değer gördüğü yaşlılık günlerinde keşiflerini nasıl yaptığı sorulduğunda şöyle demişti:

“Gerçek sessizliğin ve kesintisiz meditasyonun ürünüdür.”

Veba salgını

Eylül 1665’te İngiltere “Kara Ölüm” denilen bir hastalıkla boğuşuyordu. Veba ülkenin dört bir yanını sarmış ve bazı şehirlerde insanların yarısının canını almıştı. Ekim ayında Cambridge Üniversite senatosu oylama yaparak kurumu kapatma kararı verdi. Böylece Newton’da evine döndü.

Ve işte ne olduysa o evine geri döndüğünde oldu.

Mucize yılları

Kalkülüs ve evrensel kütle çekim yasası

Woolsthorpe’daki çifliğinde kendisiyle baş başa kalan Newton modern bilim tarihinin en büyük entelektüel arayışlarından birine başladı. Kendi deyimiyle buluşlar çağının zirvesindeydi.

Newton burada kendisine çok önemli sorular sordu. Bir elma ağaç dalından koptuğunda yere düşüyor da Ay neden düşmüyor? Bundan da önemlisi elma neden dünyaya doğru düşüyor? Elmayı yeterince hızlı bir şekilde fırlatsak Ay gibi yörüngeye oturur mu?

Bu sorular üzerine uzun süre düşündü. Fakat bir cevap bulamadı. Çünkü iki şeyden yoksundu. Birincisi bu soruları cevaplamaya yetecek kadar gelişmiş bir matematik (kalkülüs) henüz icat edilmemişti. İkincisi ise Dünya’nın ve Ay’ın kütlesini bilmiyordu. İşte bu bilinmezlikler Newton’u 1667 yılında Dünya tarihinin en önemli buluşlarından birini keşfetmeye zorladı ve Newton sayısal öğrencilerinin çok iyi bildiği fonksiyon, limit, türev, integral, diziler, seriler gibi kavramları kendisinde barındıran, Kalkülüs denen matematiksel yöntemi geliştirdi.

Bu öyle bir keşifti ki bugün bütün bilim dalları bu yöntemi kullanıyor.

Sadece 24 yaşında gencecik bir adam dünyayı değiştiriyordu.

İşte bu matematik Newton’un evrensel kütle çekim yasasını keşfetmesini sağladı. Ay’ın dünya etrafında dönüşü için geçerli olan durumu gezegenlerin Güneş etrafındaki dönüşü için de uyguladı. Hatta daha uzaklarda parıldayan yıldızlar için bile bu geçerli olmalıydı. Galileo’nun yer bilimiyle Kepler’in gök kuramını birleştiren evrensel mekaniğin ilkelerini geliştirdi. Cisimlerin birbirlerini aralarındaki uzaklığın karesiyle ters orantılı olarak çektikleri sonucuna ulaştı.

Newton bütün bir fiziğin temelini inşa ediyordu arkadaşlar. Fizik yasalarının her şeyi etkileyen evrensel yasalar olduğunu ortaya koydu.

Işıkla ilgili çalışmaları

Bununla da kalmadı; ışığın doğasıyla ilgili de çok önemli çalışmalara imza attı. Aristo, renklerin ışıkla karanlığın, siyahla beyazın bir karışımı olduğunu ileri sürmüştü. Bu düşünce Newton zamanında hala kabul görüyordu.

Woolsthorpe’taki evinde yeni bir deney tasarlayan Newton, üst kattaki güneye bakan yatak odasını kararttı. Panjurda küçük bir delik açtı ve içeri giren ışığın önüne bir prizma tuttu. Oluşan spektrum odanın diğer tarafında, perde görevi gören duvara yansıyordu. Beyaz ışık prizmadan geçince farklı renklere ayrışmıştı. Üstelik yedi rengin her biri prizmadan geçerken farklı açılarla kırılmıştı. En az kırmızı, en çok mor kırılmıştı. Diğer renkler ise aradaydı.


Sonra ayrışan renklere tekrar bir prizma tuttuğunda hepsinin birleşerek beyaz rengi yeniden oluşturmasını hayretle izledi. Bu çalışmalarını günlerce sürdürdü ve sonunda beyaz ışığın spektrumdaki tüm renklerin karışımı olduğunu anladı.

Yansıtmalı teleskobu

Newton’ın yansıtmalı teleskobunun bir replikası

Tüm bu optik bilgisi sayesinde 1668 yılında bir de kendi teleskobunu, yani yansıtmalı teleskobu geliştirdi. Bu teleskop dönemindekilerden daha ucuz ve daha küçük olmasına rağmen daha güçlüydü.

Veba salgınından sonra kapandığı bu 2-3 yıllık süreçte öyle keşifler yapmıştı ki, bu keşiflerden herhangi birisi tek başına onun adını tarihe altın harflerle kazımaya yeterdi. Ama Newton çalışmalarını yayınlamayı düşünmüyordu. Çünkü henüz nihayete erdirdiğinden emin değildi. Ayrıca eleştirilmekten de çekiniyordu. Bu yüzden bilim dünyası onu onlarca yıl beklemek zorunda kalacaktı.

Ama dehası ona yine de 27 yaşında üniversitenin Lucasian Matematik profesörlüğünü getirdi. Böylece kariyerinde önemli bir gelişme yaşanmış oldu.

Büyük kitabını yayımlaması

Newton annesini kaybedip, 20 yıllık oda arkadaşı da Cambridge’i terkedince iyice inzivaya çekilmişti. Yalnızlığa bulduğu çare çalışmak, çalışmak daha çok çalışmaktı. Yıllar içinde canlı bir çatlak profesör haline geldi. Çok az yemek yiyor ve gece 3’ten önce nadiren yatıyordu. Üzerindeki kıyafetlerle uyuyor ve az bir uykudan sonra tekrar kalkıyordu. O kadar konsantre oluyordu ki, zaman ve mekanı unutuyordu.

Tam bu dönemlerden geçerken, Newton’ı ziyarete Edmond Halley adında genç bir astronom geldi.

Evet şu Halley kuyrukluyıldızını keşfeden astronom arkadaşlar doğru bildiniz.

Halley, Newton’ın keşiflerini ve hesaplamalarını görünce şok oldu. Bu formüller dünyayı değiştirebilirdi. Çalışmalarını yayınlaması için onu ikna etti. Böylece bilim tarihinin en yoğun çalışmalarıyla geçen uzun bir dönem başlamış oldu. Newton kitabı üzerinde aylarca çalıştı ve en nihayetinde büyük eseri Latince, Philosophiæ Naturalis Principia Mathematica, Türkçesiyle Doğa Felsefesinin Matematiksel İlkeleri’ni 5 Temmuz 1687 yılında yayınladı.

Doğa Felsefesinin Matematiksel İlkeleri – 1687’de yayınlandı

İşte bu, dünya tarihinde çok önemli bir dönüm noktasıydı. Artık evren çok daha anlaşılabilir mekanik ilkelere dayandırılıyordu.

Principia o dönem için anlaşılması kolay bir kitap değildi. Bugün de değil. Çizimler ve formüllerle doluydu. Hatta bazı öğrencileri ona “İşte yazdığı kitap ne kendisi ne de başkaları tarafından anlaşılabilecek adam” yorumunda bulunmuştu.

Principia ne anlatıyor?

Şimdi gelin bu adam Principia’da ne anlatmış biraz bakalım.

Newton’ın birinci yasası: Eylemsizlik

Newton’ın birinci yasasına göre:

Cisim üzerine dışarıdan herhangi bir kuvvet uygulanmadıkça, cisim hareket durumunu korur. Durağansa durağan kalmaya, sabit hızla hareket ediyorsa sabit hızla hareket etmeye devam eder.

Newton’ın ikinci yasası: Dinamiğin temel prensibi

Gezegenlere baktığımızda, Newton’ın matematiksel olarak gösterdiği gibi, Güneş’in etrafında eliptik yörüngeler çizerek döndüklerini görürüz. Birinci yasaya uygun olarak, düz bir çizgi üzerinde uzaya doğru gitmezler. İşte ikinci yasa burada devreye girer. Bu yasa bize gezegenlerin dik açıyla Güneş’e doğru çekildiğini söyler.

Ama burada insanın aklına şöyle bir soru geliyor?

Gezegenler neden Güneş’e doğru düşmüyor?

İşte Newton burada diyor ki:

“Merkezkaç kuvveti, gezegenleri Güneş’in içeriye doğru uyguladığı çekim kuvvetine karşı dengeler.”

Bu ilkeyi daha iyi anlamak için ipe bağlanmış bir cisim hayal edebilirsiniz. Cismi çevirmeye başladığınızda ne fırlayıp gider ne de elinize düşer.

Yani eğer gezegenler dönmeyi bırakıp dursalardı, kütle çekimi yüzünden Güneş’e doğru düşmeye başlarlardı.

Cisim gezegeni, ipi tutan el de Güneş’i temsil eder. İpse cismin boşluğa uçmasını engelleyen “kuvvet” görevini görür.

Newton’ın üçüncü yasası: Etki-tepki yasası

Peki ipin kendisi? Bir gezegeni Güneş’e bağlayan, görünürde böyle bir bağ yoktur. İşte bu da bizi üçüncü yasaya getirir:

Her etkiye karşı daima aynı büyüklükte bir tepki vardır ya da iki nesnenin birbirine karşı hareketleri her zaman eşittir ve zıt yönelimlidir.

Mesela Ay, Dünya’yı Dünya’nın Ay’ı çektiği güçle çeker. Aynı durum Dünyayla elma için de geçerlidir. Sadece bu durumda uygulanan kuvvet elmanın pozisyonunu değiştirirken, kütlesi çok daha büyük olduğu için Dünya hiç etkilenmiyormuş gibi görünür.

Newton bu üç hareket yasasıyla ne yaptı biliyor musunuz arkadaşlar?

Modern fizikte dinamik adını verdiğimiz dalı kurmuş oldu. Zekice ifade ettiği bu ilkelerle tüm nesnelere eşit yaklaşarak evrende demokrasi ilan etti. Her şey, en küçük atomdan, en büyük gezegenlere kadar her şey, aynı değişmez yasaya uygun hareket ediyordu.

Bu, o zamana kadar bir insanın zihninden geçmiş olan en bilgece şeydi.

Elbette Newton 20.yüzyılın kuantum mekaniği ile tanışsaydı aslında atom altı parçacıkların onun koyduğu ilkelere aykırı davrandığını görecekti. Ama yine de üç yüzyıl boyunca bilim dünyasına egemen olan Newton mekaniği bugün hala klasik fiziğin temelini oluşturuyor ve yakın çevremizdeki nesnelerin hareketlerini açıklamakta hala onun keşfettiği ilkeleri kullanıyoruz.

Darphane müdürlüğüne getirilmesi

Newton’ın kariyeri sadece bilim insanı kimliğiyle devam etmedi.

1696’da yıllık 600 sterlin maaşla darphanede görev alması istendi. Böylece Newton, Kraliyet Darphanesi Müdür Yardımcısı oldu. Müdür öldükten sonra da 57 yaşında onun yerine geçerek darphane müdürü oldu. Yeni müdürün yıllık geliri 10 katına çıkmıştı. Zaten varlıklı olan Newton günümüz milyonerlerine denk hale gelmişti.

Hoşuna gitse de gitmese de, Londra ve darphane onu hareketli bir adama dönüştürmüştü. Önemli ziyaretçileri ağırlıyor, onlarla akşam yemeği yiyor ve kaliteli şaraplar içiyordu.

Newton, suçluların peşinde koşup, para üretimini haftada 100 bin sterlin gibi bir rekora taşırken bile, doğa felsefecisi olarak ünü artmaya devam etti. Farklı ülkelerden bilim insanları zor matematik problemlerini ona gönderiyordu. Problemlerinin çözüldüğünü görünce de övgü dolu mektuplar yazıyorlardı. Böylece Newton bilim dünyasında adeta bir efsaneye dönüşmüştü.

Kraliyet Derneği başkanı seçilmesi

Yıl 1703’e geldiğindeyse kendisine Kraliyet Derneği Başkanlığı teklif edildi. Kabul etti; ve elli yıl boyunca kıt kanaat geçinmiş olan Kraliyet Derneği’ni sağlam bir finansal temele oturtmayı başardı. Sağlam bir otorite kurarak, zarafet ve asaletle yönetti. Sonraki iki yüzyıl boyunca dünyanın en önde gelen bilimsel derneği Kraliyet Derneği olacaktı.

Opticks’in yayınlanması

Hayatı boyunca anlaşamadığı Robert Hooke ölünce Newton on yıllar önce yazdığı Opticks isimli kitabını da nihayet 1704’te yayınladı. Böylece dehası bir kez daha parıldamaya başladı.

Opticks – 1704’te yayınlandı

Principia karmaşık geometrik ilişkilerin anlatıldığı ve az sayıda deney barındıran bir matematik çalışmasıyken Opticks, yansıma ve kırılma, beyaz ışığın spektrum renklerine ayrılması, gözün işleyiş şekli, lenslerle görüntü oluşumu, gökkuşağı renkleri, yansıtmalı teleskobun yapımı ve daha pek çok konuda ayrıntılı anlatımlarla doluydu.

Burada ufak bir ayrıntıya değinmek istiyorum arkadaşlar. Newton Opticks kitabında kendini tutamamış. Işığın davranışı ve ****iziyle ilgili olmayan konulara bile değinmiş.

Mesela: Metabolizma ve sindirim, kan dolaşımı, dünyanın yaratılışı, Nuh tufanı, bilimsel yöntem, hatta akıl hastalarının rüyalarında gördükleri imgeler.

Anlayacağınız yok yok.

Ayrıca Newton Opticks’i İngilizce yazmıştı. Böylece Latince yayınlanan Principia’ya göre daha geniş bir okuyucu kitlesine ulaşabilmişti.

Sir ilan edilişi

Nisan 1705’te Kraliçe Anne, Cambridge’e bir ziyarette bulundu. Kraliyet bildirisi okundu ve bir kılıç çekildi. Kılıç Newton’ın omuzlarına değdiğinde şövalye ilan edilmiş oldu. Tarihe adını altın harflerle yazdırmış büyük bilim insanı, Sir Isaac Newton adını almıştı.

Artık insanların gözündeki itibarı zirvedeydi.

Karanlık yönleri

Buraya kadar hep Newton’ın dehasından ve bilim insanı kimliğinden bahsettik. Gelin biraz da karanlık yönlerine bakalım.

Kindar adam

Newton yer yer çirkinleşebiliyordu ve çok zaman da kin tutardı. Örneğin Principia’da kendisiyle benzer fikirlere sahip olan Robert Hooke’tan esinlendiği noktalar vardı. Ama ona referans vermek yerine, tarihten silmek için gücünü ve prestijini kullanmaktan hiç çekinmedi. Ayrıca Hooke’un tek olan portresini bile yok etti. Tablo, Kraliyet Derneği’nin yeri değiştirilirken gizemli bir şekilde ortadan kaybolmuştu.

Aynı şekilde Leibniz’ın da kendisinden bağımsız olarak kalkülüsü icat etmiş olmasını bir türlü kabullenemiyordu.

Simyacı

Newton’u hep fizik ve matematik çalışmalarıyla tanısak da bilinmeyen çok farklı yanları da vardı. Kendisini eski bilgeliği yeniden keşfetmek ve yaymak için görevlendirilmiş kutsal biri olarak görüyordu.

1727 yılında ölümünden haftalar önce kutular dolusu el yazmalarını yakmıştı. Peki bu kutular dolusu el yazmalarında onu bu kadar umutsuzluğa sürükleyen ya da görülmesini istemediği ne olabilirdi? Mahşer gününün tarihi mi? Ebedi hayatın anahtarı mı? Yoksa felsefe taşının bileşenleri mi?

Evet yanlış duymadınız.

Modern bilimin babası, Kraliçe tarafından Sir ünvanına layık görülmüş Isaac Newton evrenin sırlarını açığa çıkardı ama görünen o ki fizik ve matematik onun hayatının ilkleri arasında değildi.

Newton hayatının büyük bölümünü simyanın antik sanatını, İncil’deki derin şifreleri ve dünyanın sonunun zamanını keşfetmeye adamıştı. Çok tuhaf görünse de, belki de tüm simyacılar içerisinde en iyisiydi. Yaptığı sayısız deneye ek olarak, satın alabildiği, yalvararak elde ettiği ya da ödünç aldığı her şeyi okumuştu.

Peki Simya ne?

Günümüzdeki modern kimya biliminin temelleri atılmadan binlerce yıl öncesinden başlayıp 17.yüzyıla kadar etkileri devam eden, maddeleri birbirine karıştırıp değiştirmeye çalışan insanların yaptıkları çalışmalara Simya deniyor. Simyayla en az 2500 yıldır uğraşıldığı biliniyor. Onun bir bilim dalı olmadığını söyleyebiliriz. Deneme yanılma yoluyla çalışırlar. Çalışmaları teorik bir temele dayanmaz ve sistematik bilgiler içermez.

Simyanın temel hedefleri, felsefe taşı ile metallerin altın ve gümüşe çevrilmesi ve ölümsüzlük iksiri yaratılarak insan hayatının dönüştürülmesi denebilir.

Peki modern bilimin babası olarak anılan Isaac Newton’un simyaya bu kadar ilgi duymasının sebebi neydi?

Newton antik simyacıların nasıl altın yapacaklarını bildiklerini ama bu formülün kaybolduğunu düşünüyordu. İlk olarak cıvayı nitrik asit ile çözüp, sonra bu çözeltiye maddeler ekleyerek deneyler yaptı. Oda arkadaşı ve tek dostu olan John, bazı geceler sabahlara kadar çeşitli metallerle cıva erittiğini ve deneyler yaptığını söylemişti.

Kendini adarcasına yaptığı simya deneyleri ve kullandığı kimyasallar onu zehirleyip zaman içinde dengesiz bir adam olmasına neden olmuştu.

Nihayetinde ne altının formülünü bulabildi ne de ölümsüzlük iksirinin kaynağını. Elinde kalan tek şey bozulan sağlığı oldu.

Kutsal metinler

Bilimi bize ne kadar modern görünse de Newton neticede 17.yüzyıl insanıydı. Biraz bu perspektiften değerlendirmek lazım.

Newton için kutsal metinler hem bir ahlaki rehber hem de gelecekte ne olacağını belirleme aracıydı. Türkçe olarak da piyasada bulunan Kutsal Kitabın Yorumu isimli bir kitap yazdı. Hatta o kadar ki kıyamet için tarih bile verdi. 2060 yılında İsa’nın geri döneceğini ve kıyametin kopacağını not ettiği yeni yazınları bulundu.

Newton hayattayken ilahiyatla ilgili çalışmalarının hiçbirisi yayınlanmadı. Tanrı hakkındaki kişisel düşüncelerine dair ilk ipuçları, on dokuz yaşındayken Cambridge’te yazdığı günahlarının itiraflarında yer alıyordu. Şöyle demişti:

“Zayıflıklarım için sana gelmedim. İnançlarıma uygun şekilde yaşamadım. Seni sen olduğun için sevmedim.”

Bu basit cümlelerden başlayıp din üzerine 1.400.000 kelime yazacaktı. Simyadan fazla, matematikten fazla, hatta onu ölümsüz kılan fizik ve astronomiden de fazla…

Ölümü

1712’de Sir James Thornhill tarafından yapılan yaşlı Newton portresi

1722’de Newton 80.doğum gününe yaklaşırken ölümlü olduğunu hatırlatan acı verici bir deneyim yaşadı. Böbrek taşları nedeniyle ciddi bir rahatsızlık geçirdi. Bu sonun başlangıcıydı.

1727’de böbrek taşı sıkıntısı iyice artmış acılar içinde kıvranıyordu. Ancak ne şikayet ediyordu ne de en ufak bir aksilik ya da sabırsızlık belirtisi gösteriyordu.

15 Mart günü biraz toparladı ancak birkaç gün sonra komaya girdi ve 20 Mart sabahı 84 yaşında hayatını kaybetmişti.

Sonuç:

Sir Isaac Newton gerçekten büyük bir bilim insanıydı. Onun adını bin yıllar boyunca anmaya devam edeceğimize hiç şüphe yok.

Newton’ın Principia’sının asıl önemi ne biliyor musunuz arkadaşlar?

Onun matematiksel görkemini elbette yadsıyamayız ama asıl etkisi şu:

Dünya; büyü, sihir, veya tanrıların istekleri doğrultusunda işleyen, öngörülemez bir yer değildi. Aslında evren, insanoğlu tarafından anlaşılabilir mekanik ilkelere göre işliyordu. İşte Newton bu devrimin önemli bilim insanlarından biriydi.

Cehaletimizi keşfetmemizi sağlayan bilimsel devrimin…

“Dünyaya nasıl göründüğümü bilmiyorum ; ama ben kendimi, henüz keşfedilmemiş gerçeklerle dolu bir oky****un kıyısında oynayan, düzgün bir çakıl taşı ya da güzel bir deniz kabuğu bulduğunda sevinen bir çocuk gibi görüyorum.” Sir Isaac Newton


Kaynaklar ve ileri okuma:

Isaac Newton: Bilimsel Devrim – Gale E. CHRISTIANSON

Bilim Tarihi – John GRIBBIN

https://mathshistory.st-andrews.ac.uk/Biographies/Leibniz/quotations/

http://news.bbc.co.uk/1/hi/sci/tech/541840.stm

yorum Yap

* Video yerleştirebileceğiniz sitelerin listesi burada Sitelerin listesi

Yorumlar

Yorumlar ve yanıtlar henüz yayınlanmadı.