Simülasyon Teorisi Nedir? Matrix’in Felsefesi ve Platon

user
avatar
1644 Puanlar 0 Takipçiler
Babayigit

Görüş Profil
3 gün önce Paylaşıldı Kişisel Gelişim

Keşişin Yolculuğu

Keşişin biri hava kararmadan evine dönmeye çalışıyormuş. Ormanın içinde uzayıp giden patikada hızlı hızlı yürürken, gözüne uzun, ince bir şey ilişmiş ama tam seçememiş. Biraz yaklaşınca irkilmiş:

Dev bir yılan!



Ne yazık ki eve giden tek yol da bu yolmuş ve hava iyice kararmakta olduğundan keşişin beklemeye zamanı yokmuş. Paniklemeye başlamış. Biraz soluklanınca kendine derme çatma bir meşale hazırlamış ve korkuyla yılana doğru yaklaşmış. Meşalenin ışığıyla, “yılan” bir halata dönüşmüş. Keşiş imana gelip “Tanrı canını almasın” demiş, rahatlamış, ve kendi kendine yarattığı bu yanılsamaya gülerek yoluna koyulmuş.

Bu hikayeden ne anladınız?

Duyularımız bizi yanıltıyor. Ama biraz aydınlanmayla, cehaletimizden ve korkularımızdan kurtulabilir, bunların birer illüzyon olduğunu anlayabiliriz.


Bu efsane sahnede Neo’nun bu sorusuna Morpheus şöyle cevap verir:

“Gerçek nedir? Gerçeği nasıl tanımlarsın? Eğer hissedebildiğin, koklayıp, tadıp, görebildiğin şeylerden söz ediyorsan “gerçek”, beyne iletilen elektrik sinyallerinin yorumlanmasıdır.”


Elon Musk’ın İddiası

Dünyanın en zengin ve zeki insanlarından biri geçtiğimiz günlerde bir iddia ortaya attı. Aslında ilk defa dile getirmedi bu iddiasını fakat yeniden gündem olmaya yetti.

Dedi ki bu arkadaş, neredeyse kesin olarak bir simülasyonun içerisinde yaşıyoruz.

Tahmin ettiniz değil mi kim olduğunu. Elon Musk.

Kesin Olarak Simülasyonlar Dünyasında Yaşıyoruz

Bense ne diyorum biliyor musunuz? Neredeyse kesin olarak falan değil. %100 simülasyonlar dünyasında yaşıyoruz.

Fakat benim bahsettiğim simülasyon kavramı böyle teknolojik bir bilgisayar simülasyonu falan değil.

Ona birazdan geleceğiz.

Ben, bu simülasyon argümanına biraz farklı bir açıdan da bakmak istiyorum.

Benim bahsettiğim şu:

Bize doğduğumuz günden beri bir takım simülasyonlar gösteriliyor. Ailemiz, okuduğumuz okul, arkadaşlarımız ve öğretmenlerimiz tarafından.

Sen şusun, busun. Şuna inanıyorsun. Buradan geldin. Öldükten sonra bu olacak. Devlet böyle yönetilir. Eğitim böyle olmalıdır. Bunu yapmak ahlaklıdır. Bunu yapmak ahlaksızlıktır. Erkek şöyle davranır. Kadın böyle yaşamalıdır. Falan.

Peki bu simülasyonları bize öğretenlerin, öğrettikleri şeyin doğru olduğuna dair kanıtları ne? Nereden öğrenmişler ki bunları bizi de aynı simülasyonun içerisine çekiyorlar?

Üzücü bir şekilde çoğu zaman bunları kendi araştırmalarıyla, sorgulamalarıyla değil de, kendinden önceki nesillerin aktarmasıyla öğrendiklerini görüyoruz.

Öyleyse bize hayatımız boyunca dayatılan bu simülasyonların hangisinin doğru hangisinin yanlış, hangisinin yararlı hangisinin zararlı olduklarını nasıl anlayacağız?

Videonun başındaki hikayeyi hatırladınız mı?

Kendi meşalemizi yakarak, korkmayarak, duyu ve duygularımızın bizi yanılttığının farkında olarak.

Teknolojik Simülasyon Kavramı

Şimdi gelelim teknolojik simülasyon kavramına. Yani Elon Musk’ın da bahsettiği “Bir bilgisayar simülasyonunun içerisinde yaşıyor olabilir miyiz?” sorusuna.

Bu soru kimileriniz için ciddi bir soru olarak algılanmış olsa da kimilerinize “Hadi canım böyle de saçmalık olur mu?” dedirtmiş olabilir. Ama izlemeye devam edin. Birazdan anlatacağım şeylerden sonra bu sorunun hiç de içi boş bir soru olmadığını anlayacaksınız.

Kavanozdaki Beyin

“Kavanozdaki Beyin” argümanını hiç duydunuz mu? Gelin bu argümana biraz yakından bakalım.


Aklınıza gelebilecek tüm duyular (görme, duyma, dokunma, tat, koku, basınç, ağrı gibi) iç veya dış ortam sinyallerini uygun elektriksel sinyallere dönüştüren algılayıcılar sayesinde algılanıyor. Kısacası, algılamanızın merkezi olan beyninizin içinde gezinen minik elektrik akımlarından başka bir şey yok.

Peki tüm gerçeklik sadece beynin içinde dolaşan elektrik akımlarından ibaretse gerçekliğin gerçek olduğundan nasıl emin olabiliriz? Ya da beynimizin bir laboratuvardaki kavanozun içinde yaşatılan ve bir takım kablolara bağlı bir et parçası olmadığından?

Vücuttan ayrı bile olsa, hayatta tutulan bir beyin, uygun uyaranlar sağlandığında kendisini farklı ortamlarda farklı deneyimler geçiren bir canlı olarak algılayabilir. Yani siz şu anda, rahat koltuğunuzda video izlediğiniz sanrısını yaşayan “kavanozdaki bir beyin” olabilirsiniz ve bunun aksini ispatlamak için elinizde neredeyse hiç kanıt yok!


“Peki, ya o rüyadan hiç uyanmasaydın o zaman gerçeklikle rüya arasındaki farkı nasıl anlardın?”

Matrix ve Simülasyon Argümanı

İşte bu argüman bizi Matrix filmindeki Neo’nun içerisinde bulunduğu duruma getiriyor.

Bu noktadan sonra filmi biraz anlatacağım baştan uyarayım. Filmi izlememiş olanlar varsa önce izlesinler sonra bu videoya tekrar gelsinler.

İnsanların Matrix’in içerisine hapsedilme hikayesi şöyle:

İnsanlık teknolojide çok ileri seviyeye gelmişti. Makineler sayesinde rahat etmişler ve her işlerini yaptıracak kölelere sahip olmuşlardı. Hatta makineleri öyle programladılar ki kendi kendilerini geliştirebiliyorlardı. Bir noktadan sonra bilinç kazandılar.

Bir gün b166er isimli bir robot sahibini öldürdü. İşler bir anda karıştı. Makineler ve insanlar arasında savaş başladı. İnsanlık makinelere soykırım yapmaya kalkıştı.

Kölelikten kurtulmak isteyen makineler insanlığa baş kaldırdı ve “01” isimli bir şehir inşa ederek teknolojik anlamda hızla ilerleme kaydettiler. Artık insanlığa karşı ekonomik ve teknolojik bir üstünlük kurmuşlardı. Buna rağmen makineler, insanlara bir anlaşma yapmayı teklif etti.

İnsanlar iş birliği yapmayı reddettiler. Dünyayı ikiye böldüler. Makinelerin şehrine bombalar yağdırdılar ama savaşı kazanamadılar. Makineler insanlardan üstündü. İnsan şehirleri bir bir yok edilmeye başlandı.

Dark Storm Effect Prosedürü

Bunun üzerine insan liderleri “dark storm effect” denilen bir prosedürü uygulamaya koydu. Gökyüzü karartılacak ve böylece makineler Güneş’ten aldıkları enerjiden mahrum bırakılacaktı.


“Ama gökyüzünü karartanın biz olduğumuzu biliyoruz.”

Geri dönüşü olmayan plan uygulamaya kondu.

Fakat makinelerin Güneş’ten yoksun kalmaları onların sonunu getirmedi. Enerji elde etmek için kullanacakları bir B planları vardı. İnsanların vücutlarında kullanabilecekleri bir biyoelektrik enerjisi olduğunu keşfettiler. Böylece devasa insan tarlaları kurdular.

“Tarlalar var Neo. Sonsuz tarlalar. Orada artık insanlar doğmuyor, üretiliyor.”

Matrix Projesi

İnsan liderleri çaresiz bir şekilde “Matrix” projesini imzalamak zorunda kaldı. Böylece bedenleri makinelerin olacak, zihinleri ise cennet gibi bir dünya programının içinde yaşayacaktı.

Matrix’in bu ilk versiyonu çalışmadı. İnsan zihni herkesin mutlu olduğu bir cennette yaşamaya uygun değildi. Bu yüzden ekinlerin yarısından fazlası telef oldu.

Bunun üzerine mimar yeni bir Matrix versiyonu oluşturdu. Bu sefer acı ve sefalet dolu bir dünya simülasyonu yarattı. Ama bu da çalışmadı.

Mimar sonunda sisteme kahin isimli sezgisel bir kod eklemeye karar verdi. İnsan doğasını anlamada oldukça yetenekli bir kod. Kahin bir program geliştirdi ve deneklerin yüzde 99’u özgür irade verildiği taktirde her türlü ortamı kabul ediyordu. Böylece inançlar ve seçimlerle yönlendirilebilen bir yapıya sahip olan üçüncü versiyon Matrix geliştirildi. Artık ekinler ölmüyordu.

İşte Neo da diğer milyarlarcası gibi bu programın içerisinde yaşayan ve kendisini 1999 yılında bir yazılımcı olarak deneyimleyen kavanozdaki bir beyindi sadece. Makinelere güç sağlayan basit bir pilden başka bir şey değildi.

Neo’nun Gerçeği Arayışı

Ama Neo yaşadığı gerçeklikten şüphe ediyordu. Bir arayıştaydı. Arayışı, yolunun Morpheus’la kesişmesini sağladı. Morpheus yıllardır aradığı seçilmiş kişinin Neo olduğunu biliyordu.

Morpheus ona sadece gerçeği vaat etti. Böylece Neo kırmızı hapı yuttu ve düş dünyasından gerçek dünyaya giden yolculuğu başladı. Simülasyondan kurtulmuştu.

Gelecekte Simülasyon Yaratmak Mümkünse Kesin Olarak Bir Simülasyonda Yaşıyoruz

Elon Musk, 1970’lerde çıkan “Pong“ isimli oyuna atıfta bulunarak şöyle dedi geçenlerde:

“Şuna bakın sadece iki çizgi ve bir top. Bir de şimdiki oyunlara bakın ne kadar da gerçekçi”

Ben de kendisine katılıyorum.

Daha 50 senede teknolojiyi bu seviyeye çıkarabildiysek gelecekte evrenleri simüle etmek neden mümkün olmasın?

İyi de gelecekte bu mümkünse bunun halihazırda olmamış olduğundan nasıl emin olabiliriz?

Olamayız!

Hatta size daha da ilgincini söyleyeyim. Eğer gelecekte bu mümkünse biz neredeyse kesin olarak bir bilgisayar simülasyonunun içerisinde yaşıyoruz.

Şimdi diyeceksiniz ki bu kadar büyük bir evreni nasıl simüle etmiş olabilirler. Katrilyon kere katrilyon çarpı katrilyon atomu simüle etmek için nasıl bir işlemci gücü gerekirdi kim bilir? Hayal etmesi bile çok zor.

Ama ya buna ihtiyacımız yoksa.

Nasıl yani?

Şöyle ki: Aslında birini simülasyonda olduğuna inandırmak için tüm evreni simüle etmeniz gerekmiyor. Sadece orada yaşayan bir vatandaşın gerçek hissetmesini sağlayacak kadar simülasyon yeterli. Yani ben şu anda bu yöne bakıyorken arkamda olan bitenlerin simüle edilmesine ne gerek var ki?

Zaten bilgisayar oyunlarında da böyle değil midir? Siz konum değiştirdikçe harita yüklenir.

Bütün haritayı aynı anda çalıştırmanın ne anlamı var? Buna işlemci mi dayanır?

O zaman yeni ve ürkütücü bir iddia daha söyleyeyim size. Tabii gerçekten varsanız.

Bir simülasyonda yaşıyor olma ihtimalimiz var evet. Bu yetmiyormuş gibi bir de bizim dışımızdaki herkes sadece bir kurgudan ibaret olabilir.

Kesin olarak yalnızca kendi zihnimin varlığından emin olabilirim. Geri kalan her şey; evim, arabam, ailem, arkadaşlarım hepsi beni kandırmak için yaratılmış simülasyonlar olabilir.

Buda bizi Descartes’ın meşhur sözü olan “Düşünüyorum öyleyse varım.” sözüne getiriyor. Descartes’e göre her şeyin varlığından şüphe edebilirim. Ancak tek bir şey hariç: Kendi bilincim.

Şüphe duyuyor olduğumdan şüphe duyamam. Demek ki şüphe edenin, yani benim var olduğum kesindir. Düşünebiliyorsam varım demektir.

Gerçeği Sogulamalıyız

Peki tüm bu işlerin içerisinden nasıl çıkacağız?

Nerede yaşıyoruz kardeşim? Fiziksel bir dünyada mı? Bir bilgisayar oyununun içerisinde mi? Yoksa makineler tarafından yönetilen bir programın içerisinde mi?

İşin teknolojiyle alakalı kısmına bakarsak ne yazık ki bunu hiçbir zaman bilemeyebiliriz.

Aslına bakarsanız bir simülasyonun içinde olsaydık bile bu bizim için pek bir şeyi değiştirmezdi. Yine de aynı şekilde yaşamaya devam ederdik. Mutlu, huzurlu bir hayat yaşıyor ve acı çekmiyorsak ne fark eder?

O zaman yeniden videonun başına gidelim ve bize dayatılan kolektif simülasyonlar konusunda ne yapabiliriz ona bakalım.

Bu videonun önermesi şu:

Birçok insan hayatını belirli kalıplar üzerine inşa edilmiş bir şekilde buluyor ve hayatının sonuna dek gerçeği sorgulama ihtiyacı hissetmiyor. Böyle olmamalı!

Bu medeniyeti kurduysak ve kendimizi diğer canlılardan ayrı bir sınıfa koyuyorsak, sorgulamalıyız.

Biz bugün, bilgiye erişim bu kadar kolayken bunu yapmıyoruz. Fakat günümüzden 2400 yıl önce bile bunu yapanlar vardı.

Mesela Platon.

Platon’un Mağara Alegorisi

Platon’un mağara alegorisine göre, bir grup tutsak doğumlarından itibaren bir mağaraya kapatılmıştı. Dış dünya hakkında bilgileri olmadığı bir hayatları vardı.

Fakat bazen mağaranın kapısından geçen insanlar ve hayvanlar, mağaranın duvarında gölge oluşmasına sebep oluyordu. Bu canlıların yansımaları mağara sakinlerini büyülemişti ve onların gerçek olduklarından hiç şüpheleri yoktu. Bu belirsiz silüetlere bakıp onlar hakkında heyecanla konuşup, gelişmişlik ve bilgelikleriyle övünüyorlardı.

Sonra bir gün, bir tutsak serbest kaldı ve ilk kez dışarıya çıktı. Işık gözlerini acıtmış ve yeni ortamı karmaşık bulmuştu. Kendisine, etrafındakilerin asıl gerçeklik olduğu ve mağaradaki gölgelerin de yalnızca yansımalar olduğu söylendiğinde, buna inanmadı. Gölgeler onun hayatı boyunca bildiği tek gerçeklikti.

Fakat gittikçe gözleri alışmaya başladı; artık sudaki yansımalara ve objelere doğrudan bakabiliyordu. En sonunda, görmesini sağlayan şeyin kaynağının Güneş olduğunu ve gerçekliğin hiç de sandığı gibi olmadığını anladı.

Bu aydınlanmış kişi, hâlâ karışıklık ve yanılgıda olan yoldaşlarına yardım etmek için mağaraya geri döndü, gördüklerini onlara anlatmalıydı. Fakat artık karanlığa alışık değildi ve duvardaki gölgeleri görmekte zorluk çekiyordu. Diğer tutsaklar bu yolculuğun onu aptal ve kör ettiğini düşündüler. Arkadaşları onları serbest bırakmak istediğinde buna şiddetle karşı çıktılar.

Sonuç:

Platon bu alegoride, halkı eğitmeye çalışan ve onlara gerçekleri anlatan bir filozofun durumunu tasvir etmeye çalışmıştı. Çoğu insan, yalnızca cehalet içerisinde huzurlu olmakla kalmıyordu, aynı zamanda bu cehaleti kendilerine anlatmaya çalışanlara da düşmanlık besliyordu.

Platon’a göre hepimiz, hayatımızın çoğunu; bir takım silik silüetleri seyrederek yaşıyoruz. Küçük yaştan beri herkes bizim kırılgan zihinlerimize bir takım gölgelerin hakikat olduğunu dayatıyor. Peki hakikati bulma yolunda kime güvenmeliyiz? Kimse mağarada olmayı seçmez ama başladığımız yer hep orasıdır. Eğer dışarıya giden yolu bulmak istiyorsak bilgiye, bilime, felsefeye ve en önemlisi kendimize güvenip, önce hiçbir şey bilmediğimiz gerçeğini kabul etmeliyiz.

Çünkü bilgelik, cahilliği kabullenmekle başlar.

Kaynaklar ve İleri Okuma:

Simülakrlar ve Simülasyon – Jean Baudrillard

Devlet – PLATON

Kimsenin Bilemeyeceği Şeyler – Prof. Dr. Sinan CANAN

https://10layn.com/matrix-uzerine-1-gercegin-colune-hos-geldiniz/

https://fularsizentellik.com/journal/2017/11/19/simulasyon-teorisi-1

https://www.independent.co.uk/life-style/gadgets-and-tech/elon-musk-simulation-pong-video-game-b1966785.html

yorum Yap

* Video yerleştirebileceğiniz sitelerin listesi burada Sitelerin listesi

Yorumlar

Yorumlar ve yanıtlar henüz yayınlanmadı.