“Asla vazgeçme. Çünkü kaybettiğinde değil vazgeçtiğinde yenilirsin!” Che Guevara
“Sadece güneşli günlerde yürürsen hedefine asla ulaşamazsın.” Paulo Coelho
“Keşke başkalarının benden beklediği hayatı sürmek yerine düşlerimi gerçekleştirme cesaretim olsaydı. Keşke kendime daha çok mutlu olmak için izin verseydim. Duygularımı dile getirmeye korkmasaydım.”
Bu cümleleri kimler kuruyor biliyor musunuz?
Ölüm döşeğindeki hastalar.
Nereden mi biliyorum? Çünkü onları, hayatlarının son demlerinde hasta insanlara refakat etmiş olan Bronnie Ware’in kitabından aldım. Ölmeden önce en çok pişman olduğumuz 5 şey.
Biz insanlar ölmeden önce bu cümleleri neden kuruyoruz biliyor musunuz? Çünkü hayallerimize kendi ayakları üzerinde duracağı zamanı ve şartları vermiyoruz. Hata yapmaktan korkuyoruz. Konfor alanımızdan çıkmıyoruz. Kendimiz için değil başkaları için yaşıyoruz. Mutluluğun varılacak bir hedef olduğunu zannediyoruz. Cesaretin, esareti ortadan kaldırabileceğini, duyguları ifade etmenin insan ilişkilerini düzeltebileceğini unutuyoruz.
Aslında bir bakıma pes ediyoruz.
Bambu ağacının hikayesi
Bana birisi pes etmemenin ne demek olduğunu anlat deseydi bunu tek bir hikâye ile anlatırdım. Bambu ağacının hikayesi ile. Doğa çok zaman bir filozof edası ile yaşama dair böyle öğretiler sunar.
Çinli köylüler bambu tohumlarını toprağa ektikten sonra toprağı sulayıp gübrelerler. Bir yıl beklerler. Toprakta hiçbir hayat belirtisi yoktur. Yine de toprağı temizleyip gübrelemeye devam ederler. İkinci yıl da geçer. Yine bir hayat belirtisi yoktur. Fakat vazgeçmezler. Üçüncü yıl, dördüncü yıl derken aradan neredeyse beş yıl geçer. Fakat çiftçiler sabırla ve azimle toprağı temizlemeye, sulamaya ve gübrelemeye devam eder.
Beşinci yılın sonunda mucizevi bir şey olmaya başlar. Onca emeğin sonunda toprakta görülmeye başlanan küçük bambu filizleri. Bundan sonra öyle bir şey olur ki sanki o bambu filizleri onca zaman toprak altında kalmanın acısını çıkarırcasına büyümeye başlarlar. 6 haftada tam 27 metre uzunluğa ulaşırlar.
Şimdi size bir şey sormak istiyorum: Sizce bambular 27 metre uzunluğa 6 haftada mı ulaşmışlardır yoksa beş yılda mı?
Cevap elbette ki beş yıldır. Fakat burada hemen ikinci bir soru sorma ihtiyacı hissediyorum: Neden insanlar birileri bir şey başardığında hep o altı haftayı görür de hiç beş yılı hesaba katmaz?
Sorunun cevabı basittir. Çünkü insan tembeldir. İnsan kibirlidir. İnsan sabırsızdır.
Bir hevesle yola çıkar ve karşısına çıkan ilk tepeyi tırmandıktan sonra ikincisini tırmanmak zor gelir. Üçüncüsünde ise pes eder. Kendisini o 6 haftaya ulaştıracak 5 yılın zahmetini çekmez. Bunun yerine hep söylenir: “Bak o altı haftada nerelere geldi. O şanslı. Ona yardım ettiler. Onun yaptığını ben de yapardım. Ne var ki bunda?”
Halbuki kimse 6 haftada bir yere gelmemiştir. Orası sadece buzdağının görünen kısmıdır. Görünmeyen kısmında ise emek, zahmet, azim, ter, göz yaşı ve sabır vardır.
Bambu hikayesinin insan uyarlaması Stephen King
Şimdi size bu bambu hikayesinin adeta insan uyarlaması olan bir adamdan bahsetmek istiyorum. Hepinizin tanıdığını düşündüğüm bir yazarın hikayesi. Stephen King.
Stephen King
King yazarlığa küçük hikayelerle başlamıştı. Kayda değer bir başarısı yoktu. Bir gün yazdığı hikayelerden birini yine bir başarı elde edemeyeceği düşüncesiyle çöpe attı. Pes etmişti. Neyse ki o pes etse de pes etmeyen bir eşi vardı. Hikâyeyi çöpten aldı ve eşini ikna ederek yazmaya devam etmesi için gayretlendirdi. Böylece başlarda küçük bir hikâye olan “Carrie” yazarın ilk kabul edilen romanı olacaktı.
Fakat bu kolay olmadı. Defalarca kez revizesi istenen Carrie, yayınevi tarafından bir türlü beğenilmiyordu. Tam 30 defa geri gönderildi ve Stephen 30 defa onu tekrar yazdı. Sonunda yayınevi tamam dedi. Basalım. Ve kitap ciddi bir başarı elde etti.
Burada yazar pes etmiş olsa da, ona pes etmeyip mücadele etmesini söyleyen eşini, bambu tohumlarına sabırla bakan çiftçiler gibi düşünebiliriz. Cevher bambunun tohumundadır. Fakat eğer onu sulayacak bir çiftçi yoksa tohumlar filizlenemez.
Stephen ilk romanını yayınlamıştı, ama sınavı daha yeni başlıyordu. Henüz bırakın büyümeyi tohum filizlenmemişti bile. Hayatının önemli bir kırılma anını eşinin yardımıyla atlatmış olsa da daha çok gübre, çok su isteyecekti.
King’in başarı hikayesi
King, 80’li ve 90’lı yıllar boyunca basitlikle suçlandı. Bu basitlikle popüler olması, insanlar tarafından küçümsenmesine neden oldu. Bu öyle uzun sürdü ki bir insan ömrünün hiç de azımsanmayacak bir kısmına karşılık geliyordu. Ama pes etmedi. Başka kitaplar yazmaya devam etti. Sonunda uzun yıllar verdiği sınavların karşılığını alan yazar filizlenmeye başlamıştı.
İşte şimdi Stephen King’in zorlu geçen filizlenme sürecinden, metrelerce uzunluktaki bir bambuya dönüşmesinin hikayesine geldik. Dinlemeye hazır mısınız? Kararı siz verin bakalım kaç metre uzamış:
-61 roman ve beş kurgusal olmayan kitap yazdı ve tüm kitapları 350 milyondan fazla kopya sattı.
-Eserleri Avrupa’nın ve dünyanın pek çok yayınevinde klasikler bölümünde sergilendi.
-9,2 puanla IMDB’nin zirvesinde bulunan Esaretin Bedeli filminin (ki benimde hayatımda izlediğim en iyi filmler listesinde ilk beşe girer) yazarı.
-Yeşil Yol, Cinnet, O, Günah Tohumu, Benimle Kal, Ölüm Kitabı gibi birçok ünlü filmin yazarı.
-39’u uzun metrajlı film olmak üzere 200’den fazla romanı veya hikayesi ekrana uyarlandı ve böylece tarihin en çok film uyarlamasına sahip yazarı olarak Guinness rekorlar kitabına girdi.
-Kitap satışlarından ve uyarlanan filmlerin teliflerinden kazandığı paralarla 400 milyon dolarlık bir servet elde ederek gelmiş geçmiş en zengin 4.yazar oldu.
-Çeşitli dallarda 191 kez aday gösterildiği ödüllerin 51’ini kazandı.
-1995’te “NY Times En İyi Satanlar Listesi”ne dört kitabı ile birlikte girerek kendi rekorunu kırdı.
Öğrenilmiş çaresizlik
Öğrenilmiş çaresizlik kelimelerini hiç duydunuz mu? Eminim ki duydunuz. Zamanla oluşan başarısızlıklar karşısında insanın bir şeyleri başarma isteğini yitirmesi. Biliyor musunuz bu sadece insana özgü bir durum değil. Hayvanlar da öğrenilmiş çaresizliğin kurbanı oluyorlar ki, zaten kavramın ortaya konması da bir hayvan deneyine dayanıyor.
Psikolog Martin Seligman 60’lı yıllarda bir deney yapar. Kısaca anlatmak gerekirse deneyde bir grup köpeğin önüne bir çit engeli konur ve köpekler bu çiti aşamasın diye bağlanır. Daha sonra zeminden küçük elektrik akımları verilir. Köpekler çektikleri acıdan çiti aşarak kurtulmaya çalışsada bağlı oldukları için kurtulamazlar.
Deneyde ikinci tura geçilir. Artık bağları çözülmüş olan köpeklere yeniden elektrik akımı verilir. Fakat bu sefer köpekler çiti aşmak yerine oldukları yerde acı çekmeye devam ederler. Çünkü daha önceden çiti aşamayacaklarını öğrenmişlerdir. Fakat aslında öğrendikleri çiti aşamayacakları değil, çaresizliktir.
Burada insanların hayvanlardan farklı bilişsel yetenekleri olduğunu söyleyip hayvanlarla aynı koşullandırmalara tabi olmayacaklarını söyleyebilirsiniz. Fakat farklı bilimsel çalışmalarda insanların da aynen hayvanlarda olduğu gibi öğrenilmiş çaresizlik sendromuna tutulduğu kanıtlandı.
Hayatınıza şöyle bir bakın mutlaka öğrenilmiş çaresizliğin bir versiyonunu yaşamışsınızdır. Belki defalarca kırık not aldığınız bir dersi başaramayacağınız için çalışmaktan vazgeçtiniz. Ya da yeni bir yetenek kazanmak için bir kursa katıldınız ama bir iki denemeden sonra yapamayacağınıza kanaat getirdiniz. Belki de ilişkinizi düzeltmek adına yeterince çaba göstermediniz, pes ettiniz. Çaresizliği öğrendiniz.
Öğretilmiş çaresizlik
Ne acıdır ki insanlarda durum hayvanlardan biraz daha vahim. İnsanlar sadece kendi öğrenilmiş çaresizlikleriyle baş başa kalmıyor aynı zamanda çaresizliği bir de öğretiyor.
Yani deneyip başarısız olan insanların, çevrelerindeki diğer insanların da benzer denemeyi yapmalarını engellediklerini görüyoruz. Bu kaybetmişlik kültüründe çevre tarafından bireylere neleri yapamayacakları o kadar güçlü bir biçimde aktarılıyor ki insanlar içindeki başarma gücüne, önlerindeki fırsatlara ve karşılaştıkları koşullara bakmaksınız hiçbir denemede bulunmadan peşinen kaybetmeyi kabul ediyor.
Sonuç:
Size ilk hatanızda kapıyı gösteren bir patronunuz olsaydı ona kızardınız değil mi? Sizi birkaç başarısızlığınızda sınıftan atan bir öğretmeniniz olsa ona da kızardınız. Böyle bir aileniz olsa o evden kaçardınız.
O zaman neden kendi hayallerimize bir-iki şans tanıyıp sonra onu kapının önüne koyuyoruz? Bir şeyleri başarmak istediğimizde karşımıza çıkan ilk engelde bırakıp kaçıyoruz? Biz kendimize patronumuzdan da, öğretmenimizden de, ailemizden de daha acımasızız. Ve eğer biz kendimize şans vermiyorsak başkaları hiç vermez.
Çaresizliği öğrenmeyin. Pes etmemeyi öğrenin. Çaresizliği öğretmeyin. Ayağa kalkmasına yardım edin. Bambu ağacı 6 haftada büyümez, 61 roman 6 yılda yazılmaz. Bazen bir kütüphane kurmak 6 yılını alır insanın. Bazen de esaretin bedelini ödetmek 19.
Şunu unutmayın 6 yıl da yaşasanız 600 yıl da, insanın ömrü bittiğinde ardından kullanılan kelime hiç değişmez. Öldü. O yüzden ne kadar yaşadığınıza değil, nasıl yaşadığınıza önem verin. Hatta niçin yaşadığınıza…
Kaynaklar ve İleri Okuma:
*The Top Five Regrets of Dying – BRONNIE WARE
https://www.businessinsider.com/stephen-king-novels-and-stories-adapted-movies-tv-shows#:~:text=King’s%20website%20also%20lists%20the,some%20form%20of%20screen%20adaptation.
https://www.imdb.com/list/ls020914418/?sort=moviemeter,asc&st_dt=&mode=detail&page=1
https://wealthygorilla.com/richest-authors-world/
https://en.wikipedia.org/wiki/Stephen_King
https://en.wikipedia.org/wiki/Stephen_King_bibliography#Screenplays
https://tr.wikipedia.org/wiki/Kazan%C4%B1lm%C4%B1%C5%9F_ba%C5%9Far%C4%B1s%C4%B1zl%C4%B1k_sendromu_(psikoloji)
yorum Yap