İnsanın genetik haritası belirlendiğinde ırklar arasındaki farkların yüzde birin bile çok altında olduğu da ortaya çıktı. Oysa insanlar benzerliklerinden çok farklılıklarına odaklanıyorlar. Bu farklılıkları ayırımcı bir anlayış ile kullandıklarında ise insanlığa hizmet etmiyorlar. Tarihteki bir çok kavga ve savaş insanların farklılıklarıyla ayrı kategorilerde değerlendirilmesinden çıkmıştır.
Bugün de insanlığı tehdit eden en önemli unsurlardan biri insanların belli farklılıklara odaklanarak biz ve öteki ayırımı yapmalarıdır. Aslında önemli olan zihinlerde yaratılan uçurumlardır. Böylesi bir uçurum yaratmak için, aslında hiç de fiziksel özelikler, inançlar, dünyanın hangi coğrafyasında doğulduğu gibi farklılıklara ihtiyaç yok! Önemli olan “biz” ve “öteki” kavramını kullanmak istemek.
Bir örnek ile bu konuyu açıklayalım: Düşünün ki XXX ülkesindeki insanların hepsi sarışın, hepsi mavi gözlü, hepsi uzun boylu, aynı dili konuşuyorlar ve aynı dine inanıyorlar. Bu ülkede tek numaralı evlerde oturanların çocuklarından bir kaç tanesini öldürsek ve bunu çift numaralı evlerde oturanların yaptığı propagandasını başarılı bir şekilde gerçekleştirsek. Emin olunuz ki, o ülkedeki insanlar sokakta yürürken dahi, birbirlerinin tek numaralı mı, yoksa çift numaralı mı evlerde oturduğunu bilir hale gelmeye başlarlar. Bu işlem biraz daha ileriye giderse, tek ve çift numaralı evlerde oturanlar şehirlerin farklı bölgelerine taşınmaya başlayabilir ve yeni mahallelerinde evlere numaraları verirken, “öteki” gördükleri numaraları atlamaya özen gösterirler!
Oysa insanları ve toplumları “öteki” kavramıyla ayırmak yerine insanların farklılıklarını bir zenginlik kaynağı olarak görmek barışın ve gelişmenin temelidir. Ancak, maalesef uzaktaki bir “öteki” kavramı, insanların “biz” anlayışı ile dar alanlarda birlikte uyumlu yaşama dürtüsünü geliştiriyor. Belki de bu nedenle, özellikle yönetici kadroların işine geliyor bir “öteki” kavramı yaratmak. Oysa, bir toplumda yaratılan “öteki” kavramı, diğerindeki “biz” duygusunu güçlendiriyor, ve insanlığı kemiren düşmanlıklara dönüştürüyor.
Soğuk savaş yıllarının “komünistleri” bugün dost olabiliyorsa, “biz” ve “öteki” kavramlarının oluşturduğu zihinsel uçurumları aşmak da, Filistin-İsrail, Hıristiyan-Müslüman, Zenci-Beyaz gibi ikilemleri aşmanın anahtarıdır.
Elbette ki bu tek taraflı bir girişimle değil, küresel bir eğitim süreci ile sağlanabilir. Dünyadaki çeşitli ülkelerde tüm okul kitaplarının bu gözle elden geçirilmesi, teknolojik gelişmeler sayesinde küçülen ve birbirine bağımlılığı artan insanlığın zihinlerdeki ayırımları aşabilmesi için önemli bir adım olacaktır.
Biz ve öteki kavramları insanları pastanın büyütülmesine değil, onun paylaşılmasına odaklıyor. Oysa barış ve birliktelikle sorunların üstesinden gelmeyi hedefleyen insanlık, kendi yaşamını daha kaliteli hale getirebilecektir.
Zaten, insanları daha kaliteli bir yaşama taşımayı hedefleyen dinlerin de özünde bu anlayış var: Yunus Emre’nin sözleriyle
“Sen sana ne sanırsan,
Ayruğa da (ötekine de) onu san;
Dört Kitabın manası,
Budur, eğer var ise…”
Anadolu tarihinin önemli unsurlarından olan Ahiliğin ahlak tüzüğü de bu kavramı şu şekilde ifade ediyor: “Bütün insanlara tek nazarla, iyi gözle baka. Nefse galip ola. Kendine istediğini başkalarına da isteye.”
2004 yılı Türkiye açısından önemli olduğu kadar Avrupa Birliği açısından da önemli. Yüzyıllardır oluşturulmuş “öteki” kavramını aşarak AB’ne önemli zenginlikler katacak bir Türkiye’yi “biz” kavramıyla benimseyebilmek, AB için de önemli bir medeniyet sınavı olacak.arguden
yorum Yap