Dünyayı değiştiren insanlar serimizin ikinci bölümünde ağır bir misafirimiz var arkadaşlar. Size dahi desem ilk aklınıza gelen kim olur? Dünya’nın gelmiş geçmiş en ünlü insanlarından biri olan Albert Einstein değil mi?
Einstein kelimesi günümüzde “dahi” kelimesiyle eş anlamlı olarak kullanılıyor. Peki nedir onu bu kadar ölümsüz kılan?
Zekası mı? Azmi mi? Buluşları mı?
Cevap. Hepsi…
“HER ŞEY ENERJİDİR, HEPSİ BU KADAR. İSTEDİĞİNİZ GERÇEKLİĞİN FREKANSINA AYARLANIRSANIZ, İSTER İSTEMEZ O GERÇEKLİĞİ ELDE EDERSİNİZ. BAŞKA BİR İHTİMAL OLAMAZ. BU, FELSEFE DEĞİLDİR. BU, FİZİKTİR.”
Size bir soru.
Bir insan saatlerce, haftalarca, aylarca, hatta yıllarca düşünüp de, evreni nasıl bu kadar net ve anlaşılabilir bir şekilde tasvir edebilir? Neden ondan önce bunu kimse yapamadı?
Ondan önce kimse yapamadı. Çünkü henüz şartlar olgunlaşmamıştı. Ama daha da önemlisi Einstein’ın zekası ve çalışma azmi eşi benzeri görülmemiş bir şeydi.
Albert Einstein
Einstein evrenin sırlarını hem düşünce deneyleriyle, hem de matematiksel denklemlerle ortaya koydu. Kendisinden önce 250 yıl boyunca kabul gören Newton fiziğinin eksiklikleri olduğunu fark etti. Genel ve Özel Görelilik Teorileri’yle evreni anlayış biçimimizi sonsuza dek değiştirdi. Fotoelektrik etkiyi açıklayarak Nobel Fizik Ödülü’nü kazandı.
Peki bütün bunları nasıl yaptı?
Dünyanın en büyük fizikçisinin hayat hikayesini dinlemeye hazır mısınız?
Çok büyük dersler verecek bize Einstein.
Sadece bilim insanı kimliğiyle değil. Filozof kimliğiyle de ondan çok şey öğreneceksiniz.
Hazırsanız başlayalım.
Erken Dönemleri
Doğumu
Önce Newton’da da yaptığımız gibi çocukluğuna bir gidelim Einstein’ın. Bakalım dünyayı değiştiren adam nasıl bir çocukmuş? Nasıl bir öğrenciymiş? Aile hayatı nasılmış?
Einstein’ın çocukluk fotoğrafı
14 Mart 1879’da Almanya’nın Ulm kentinde dünyaya gelen minik Albert doğduğunda annesi şok olmuştu. Bebeğin başının tuhaf bir şekli vardı. Üstelik kocaman bir kafaydı. Doktor kadını sakinleştirip bebeklerin başlarının doğumun hemen ardından böyle olabileceğini, büyüklüğünün de zamanla düzeleceğini söyledi. Büyüklüğüyle ilgili haklıydı. Birkaç hafta içinde başı normal boyutlara ulaştı. Ancak o sivri kafa şekli Einstein’ın hayatı boyunca değişmeyecekti.
Takdir edersiniz ki Einstein’ı farklı kılan şey başının şekli değildi. Onu farklı kılan beyniydi. Beyninin çalışma şekli kesinlikle sıradan değildi arkadaşlar.
Bir diğer sıradan olmayan şeyse konuşmasıydı. Küçük Albert konuşmaya oldukça geç başladı. Hatta o kadar ki ailesi zihinsel bir engeli olup olmadığı konusunda endişelenmeye başlamıştı.
Albert iki buçuk yaşındayken kız kardeşi Maja dünyaya geldi. Einstein’ın annesi müziği çok seviyordu. Bu nedenle çocuklarının ikisine de çok küçükken müzik dersleri aldırdı. Einstein 6 yaşındayken keman çalmaya başladı ve 13 yaşına kadar ders aldı. Bu sayede hayatı boyunca müziğe olan ilgisini hiç yitirmedi.
Meraklı Çocukluğu
Albert Einstein, çocukluğunda bütün bilim insanlarında ortak özellik olarak karşımıza çıkan bir özelliğe sahipti. Tahmin edebildiniz mi ne olduğunu?
Evet. Güçlü merak duygusu.
Bilimle ilgili ilk merakı 5 yaşlarındayken babasının ona bir pusula göstermesiyle başladı. Albert’in kafasına takılan şey şuydu: Pusulanın iğnesine hiçbir şey dokunmadığı halde iğne nereyi işaret edeceğini nereden biliyordu?
İlerleyen yıllarda şöyle diyecekti:
“Bu deneyimin bende derin ve kalıcı bir etki yaptığını hâlâ hatırlıyorum ya da en azından hatırlayabildiğimi sanıyorum. Olayların ardında, derinlerde gizli bir şey olmalıydı…”
Einstein’ın ilk bilimsel anısının manyetizmayla ilgili olması dikkat çekici arkadaşlar çünkü yıllar sonra Görelilik Kuramı’nın kazandığı başarılardan biri şu olacaktı:
Manyetizma ve elektrik aslında elektromanyetizma adı verilen tek bir olguydu.
Einstein lise yıllarında popüler bilim kitapları okumaya başlamıştı bile. Bunları kendisine Max Talmud adında, Rusya’dan gelen fakir bir Yahudi öğrenci tavsiye etmişti. Einstein ailesi, her Perşembe Talmud’u öğle yemeğine davet ediyordu. Talmud ve Einstein bu kitapları tartışarak saatler geçiriyorlardı.
Einstein’dan yaşça büyük bir üniversite öğrencisi olan Talmud, kısa sürede Einstein’ın sıradan bir çocuk olmadığını fark etmişti. Birlikte sadece bilim ve matematik değil felsefe de konuşuyorlardı. Talmud, Kant’ın “Saf Aklın Eleştirisi” kitabını getirdiğinde Einstein kitabı anlamakta zorlanmamış ve okulunda sürekli Kant hakkında konuşmaya başlamıştı.
Einstein’ın Tanrı ve Din Hakkındaki Düşünceleri
Einstein’ın ergenliği
Einstein 11 yaşındayken Yahudi geleneği olarak evde din dersleri de aldı. Bu dönemde büyük bir dini şevk duymaya başladı. Bütün dini vecibelerini yerine getirerek dindar olmayan ailesine örnek olmak istiyordu. Ama dini şevki uzun sürmedi. Zamanla okuduğu bilim kitaplarının kutsal kitaplarla çeliştiğini gördü. Sonrasında her çeşit otoriteden kuşku duymaya başladı ve şüpheci bir tavır geliştirdi.
Hayatının ilerleyen dönemlerinde Tanrı’yla ilgili fikirlerini ise şöyle açıklayacaktı:
“Yarattıklarını ödüllendiren ve cezalandıran veya bizim kendimizde tecrübe ettiğimize benzer iradesi olan bir Tanrı düşünemiyorum. Eğer bu varlık her şeye kadir ise, o zaman her olay, her insan hareketi, her insan düşüncesi, her insan duygusu ve hayali de O’nun ürünüdür. Böylesine bir varlık onları yönlendirirken insanları hareketlerinden ve düşüncelerinden nasıl sorumlu tutabiliriz? Ceza ve ödül verirken belli bir seviyeye kadar kendi hareketlerini değerlendiriyor olur. Bu O’nunla ilişkilendirilen iyilik ve adaletle nasıl birleşebilir…
Aynı şekilde, fiziksel ölümünden sonra yaşayan bir birey de düşünemiyorum ve düşünmek istemiyorum. Bırakın zayıf ruhlar korkularından ya da saçma bencilliklerinden ötürü böyle düşünsün. Ben hayatın sonsuzluğunun gizemini ve somut dünyadaki harikulade yapıyı görmeye çalışmakla ve bunun farkındalığıyla mutluyum…
Ben kendisini var olan her şeyle birlikte, yasalar dahilinde harmoni içerisinde ortaya çıkaran; insanın kaderi ve yaptıklarıyla kendisini sınırlandırmamış olan Spinoza’nın Tanrısı’na inanıyorum.”
Amcası ve Matematik Merakı
Einstein’ın hayatındaki büyük şanslarından birisi de amcası Jacob’tu arkadaşlar. Yeğenine cebir ve geometriyi sevdiren adamdı. Geometri özellikle Einstein’ı büyülüyordu.
Amcası Jacob, Einstein’ın matematiğe gittikçe artan ilgisini destekliyor ve çözmesi için ona sık sık cebir ve geometri problemleri veriyordu. Ona konuları daha iyi anlayabilsin diye geometri hakkında bir kitap da vermişti. İlerleyen yıllarda Einstein şöyle diyecekti:
“12 yaşında okul yılının başında elime geçen Eukleidesçi düzlem geometrisiyle ilgili bir kitapçıkla birlikte, tamamen farklı ikinci bir “merak” yaşadım. Bu kitapçıkta öyle iddialar vardı ki (hiç aşikar olmamama rağmen) herhangi bir şüpheye yer bırakmayacak kadar kesinlikle kanıtlanabiliyorlardı. Bu açıklık ve kesinlik benim üzerimde anlatılamayacak bir etki bıraktı.”
Eğitim Hayatı
Lise Hayatı
Einstein yaşamının ilk yıllarını Münih’te geçirmişti. Luitpold Gymnasium adında, ilkokulundan bile daha fazla askeri disipline sahip görünen bir Katolik lisesine gidiyordu.
Şimdi size bir fotoğraf göstermek istiyorum. Size bir şey anlatıyor mu bu fotoğraf?
Einstein okul arkadaşlarıyla birlikte (ön sırada, sağdan üçüncü çocuk Einstein)
Einstein bu fotoğrafta sınıf arkadaşlarıyla birlikte. Sınıf tamamen erkek öğrencilerden oluşuyor. Ön sırada sağdan üçüncü çocuk Einstein. Size de biraz askeri okulları anımsattı mı?
Bu küçük Albert’in hiç sevmediği bir şeydi. Aşırı disiplin. Hatta o kadar ki öğretmenlerinden çavuş, teğmen falan diye bahsederdi.
Einstein kesinlikle kötü bir öğrenci değildi arkadaşlar. Aslında gayet normal bir çocuk olarak büyüdü. Mucize bir çocuk değildi. Sadece çok yetenekli ve bağımsız bir öğrenciydi. Gittiği Alman okullarında kullanılan ve öğretmenleriyle anlaşmazlıklar yaşamasına neden olan katı ve ezberci öğretim yöntemlerini sevmiyordu. Bu yüzden öğretmenleriyle sürekli çatışıyordu. Lise ve üniversite yıllarında bu bağımsızlığı asiliğe dönüştü. Birçok öğretmeni ve profesörü ona hiçbir şey başaramayacağını söylüyordu.
Ama bildiğiniz gibi fazlasıyla yanılıyorlardı.
İsviçre Federal Politeknik Üniversitesi
İsviçre Federal Politeknik Okulu, Zürih
Avrupa’da, Almanya dışında bilim ve mühendislik okumak için en iyi üniversite, Zürih’teki İsviçre Federal Politeknik Okulu’ydu. Böylece Einstein 16 yaşında sınavlara girdi. Matematikte ve fizikte üstün başarı gösterdi ama diğer sınavlarda başarısız oldu.
Politeknik Müdürü Einstein’ın yeteneğini fark etmişti. Bu yüzden ona bir yol haritası çıkardı. Plana göre Einstein, Zürih’e birkaç kilometre uzaklıkta, Aarau’da bir lisede bir yıl boyunca dil ve bilim dersleri alacaktı. Bu okul bilimsel eğitim konusunda çok iyi şöhreti olan modern bir okuldu.
Yapılan plan mükemmeldi. Einstein Aarau’da yaşamının en mutlu ve verimli yılını geçirdi. Bilimle uğraşma tutkusunun iyice açığa çıktığı yer bu okul oldu. Çünkü burası öncekilere benzemiyordu. Rahat bir ortamı vardı ve öğrencilerin bağımsız düşünmeleri teşvik ediliyordu.
Einstein, 1896 sonbaharında Aarau’daki okuldan mezun olduktan sonra İsviçre Federal Politeknik Okulu’na kabul edildi. Matematik ve fizik öğretmeni olmasını sağlayacak dört yıllık bir eğitim programına başladı. Fizik departmanı büyük ve modern bir binadaydı ve çok iyi ekipmana sahipti. Adolf Hurwitz ve Hermann Minkowski gibi ünlü matematikçiler, Einstein’ın profesörleri arasındaydı.
Kadınlarla Olan İlişkileri
1800’lerin sonlarında Einstein, herhangi Avrupalı bir öğrencinin yaşayacağı hayatı yaşıyordu. Mesela yerel barlarda arkadaşlarıyla takılırdı. Kahve içerek bilim ve felsefe tartışırlardı. Ayrıca Einstein, kendisini çekici ve yakışıklı bulan kadınlar arasında da popülerdi. Onların yanında olmaktan keyif alırdı ki bu da evlendiğinde başına dert açacaktı.
Yaşamının çoğunda, özellikle de genç yaşlarında Einstein kadınlara çekici gelen, yakışıklı bir adamdı. Fakat onunla yaşamak bir kadın için hiç de kolay değildi. Einstein için önce fizik geliyordu ve bireysel ilişkiler o kadar önemli değildi. Aslında ilk eşi Mileva Maric’e başlarda sırılsıklam aşıktı. Ama yıllar geçtikçe bilime olan tutkusu eşine olan tutkusunun yerini almıştı.
İlk Eşi Mileva Maric’le Tanışması
Mileva, 1875’te Macaristan’da doğmuştu. Einstein’dan dört yaş büyüktü. Politeknik Okulu’nda beraber okudular. Sınıftaki tek kız öğrenci Mileva’ydı. Einstein’ın okuldaki ilk senesinde aralarında romantik bir ilişki başlamıştı. Birlikte fizik çalışıyor, kitapları inceliyor ve tartışıyorlardı.
Albert Einstein eşi Mileva Maric ile birlikte
Mileva bir Katolik’ti ve bu fark Maric ailesi için önemli olmasa da Einstein’ın ailesi için çok önemliydi ve Mileva’yı sevmeme nedenlerinden biriydi. Ayrıca Einstein’ın annesi Mileva’nın yaşça büyük olmasından da rahatsızdı. Ama her şeye rağmen 1903 yılında Albert ve Mileva evleneceklerdi.
İşte aşkın gücü diyorsunuz değil mi? Bence erken karar vermeyin. Hikayenin sonunu bekleyin arkadaşlar.
Üniversite Mezuniyeti Sonrası Yaşadığı Sıkıntılar
1900 yılında Einstein üniversiteden fizik diplomasını nihayet aldı. Üniversitede bir asistanlık pozisyonu bulmak istiyordu, böylece doktorası için araştırma yapabilecekti. Fakat üniversite yıllarında pek çok profesörünü isyankar tavırları ile kızdırmıştı. Profesörleri ayrıca Einstein’ın derslere girmemiş olmasından, kendi istediği konuları çalışmasından hoşlanmamıştı.
Profesörler tavsiye mektuplarını yazdıktan sonra Einstein Politeknik Okulu’nda bir pozisyon bulamadı. Başka üniversitelere araştırma makalelerini göndererek de pozisyonlar aradı ama hiç olumlu cevap alamadı. Dahilerin dâhisi ortada kalmıştı.
Mezun olduktan sonra Einstein iki yılını sıkıntılı bir şekilde öğretmen işi bulmak için harcadı. Ama olmadı. Sonunda eski bir sınıf arkadaşının babası kendisine Bern’de bir patent ofisinde, asistan müfettiş olarak iş buldu.
Mucize Yılı
Şimdi geldik 1905 yılına arkadaşlar. Annus Mirabilis. Yani mucizevi yıl olarak bilinir. Duymuşsunuzdur.
Fizikte ilk Annus Mirabilis’i bir önceki videoda Isaac Newton’ın 24 yaşında yaptığı keşifleriyle görmüştük. Newton 250 yıl boyunca bilim dünyasına egemen olan teorilerini ortaya koymuş ve bir devrim yapmıştı.
Şimdi sırada Albert Einstein var. O da 26 yaşında bir devrim yapacak ve Newton fiziğinin eksikliklerini tamamlayarak doğa yasalarını kusursuz bir biçimde ortaya koyacaktı.
Düşünsenize üniversiteden fizik bölümü mezunu olarak diplomanızı almışsınız. Sonra İsviçre’de bir patent ofisinde üçüncü derece bir memur olarak sakin bir iş hayatına başlamışsınız. Bolca boş vaktiniz de oluyor. Üniversitede bazı hocalarınıza ters gittiğiniz için size eğitimci olma fırsatı tanınmamış ama bilime olan ilginizi de hiç törpüleyememiş. Bu yüzden boş zamanlarınızda aklınız hep fizikte. Ofisinizin tavanına bakıp, saatlerce, haftalarca, hatta yıllarca düşünüyorsunuz.
Nasıl olur?
Bir ışık ışınının üzerine binip gidebilseydim ne olurdu? Güneş aniden yok olsaydı gezegenler hemen yörüngelerinden çıkar mıydı? Düşen bir asansörün içinde bulunan bir insan, uzaydaki gibi yerçekimsiz bir ortam mı deneyimlemiş olurdu? Bir adam bir uzay aracına binse, o uzay aracı da sürekli devam eden bir ivmeyle doğrusal bir hareket sürdürse ne olur?
Gibi birçok soru…
Elbette Einstein bulduğu tüm kuramları burada anlattığım gibi üç beş soru sorup bir anda kafasında yanan bir ampulle bulmadı. Çok sıkıntı çekti. Yıllarca düşündü. Matematiksel denklemler yazdı. Olmadı tekrar denedi. Olmadı bir daha denedi. O kadar çok denedi ki bu yüzden aile hayatı bile alt üst oldu. Yeri geldi arkadaşlarına danıştı. Bazı denklemlerin içinde öylesine kayboldu ki pes etmeye çok yakındı.
Ama her şeye rağmen vazgeçmedi arkadaşlar.
Devrim Yaratan Makaleler
Bu mucizevi yılda Einstein, fizikte devrim yaratacak olan dört makale yayınladı. Bu makalelerin ikisiyle 200 yıldan uzun bir zamandır Newton mekaniğinin hakim olduğu uzay ve zaman anlayışında bir devrim yaptı aslında.
Bunlardan biri Özel Görelilik Kuramı’yla ilgiliydi. (Makaleler tarihsel olarak burada verildiği sırayla yayınlanmamıştır.)
Einstein Özel Görelilik’le, Maxwell’in elektromanyetik denklemleri ile mekanik yasalarını bağdaştırdı. Düşünce deneylerini matematiksel denklemlere dönüştürerek, bize göreliliğin önemini anlattı. Yani dedi ki: Farklı pencerelerden bakmaya çalışın farklı sonuçlar bulacaksınız. Zaman, Newton’ın söylediği gibi mutlak değildir. Görecelidir. Ayrıca, aynı zaman gibi mekân ve hareket de görecelidir. Uzay-zaman bir bütündür. Bir gözlemci için aynı anda gerçekleşen bir olay, başka bir gözlemci için aynı anda gerçekleşmeyebilir. Kütleli cisimleri ışık hızına çıkartmak için sonsuz momentum ve enerji gerektiğinden asla ışık hızına ulaşamazlar. Kütlesiz cisimler ise ışık hızında gitmek zorundadır. Ayrıca ışık hızı bütün gözlemciler için aynıdır.
Bunların dışında Einstein, o zamana kadar kabul gören ve ışığın onun içerisinde hareket ettiği söylenen “esir”in varlığını da reddediyordu.
İkinci makale ise Kütle-Enerji eşitliğiyle ilgiliydi.
Einstein burada kütle ve enerjinin aynı şey olduğunu gösterdi. Fizik alanındaki en meşhur denklem olan E=mc² için bir kanıt geliştirdi. O zamana kadar kimse kütle ile enerji arasında bir bağ kurmamıştı. 19. yüzyılda kimyagerlerin h***as aygıtları olmadığı için kimsenin dönüşüm sonrası kütle kaybından haberi yoktu. Basit tepkimeler sonrası oluşan kütle kaybı fark edilememişti.
Einstein ise bütün bilinenleri yıkarak çağdaş bilimin temelini inşa ediyordu. Einstein’a göre her şey enerjiydi. Yani maddeler de çok yoğun enerjilerdi. Kimyasal reaksiyonlar sonrası küçük de olsa kütlenin bir kısmı enerjiye dönüşmekteydi. E=mc² denklemiyle formüle ettiği kütle-enerji eşdeğerliği, yıldızların nasıl enerji oluşturduğuna açıklama getirdi ve nükleer teknolojinin önünü açtı.
Üçüncü makale Brown Hareketi’ni açıklıyordu.
Bu makaleyle Einstein, atomların varlığına dair bir kanıt sundu. Ayrıca hareket ile molekül büyüklüğü arasındaki matematiksel ilişkiyi saptadı. Böylece molekül ve atomların büyüklüğünü hesaplamak mümkün olmuştu. Einstein’ın bu çalışması istatistiksel mekanik alanına da destek sağlamış oldu.
Dördüncü makale ise Fotoelektrik Etki üzerineydi ki bu makale ve fizik alanına yaptığı katkılar daha sonra 1921 Nobel Fizik Ödülü’nü kazanmasını sağlayacaktı.
Fotoelektrik etki fizik tarihindeki en önemli olaylardan birisiydi. Bu makalesiyle Einstein Planck’ın “Kara Cisim Işıması” çıkmazına çözüm olarak önerdiği, radyasyonun kuantalardan oluştuğu tezinin ışık için de geçerli olduğunu önerdi. Yani ışık, hem dalgaydı hem de foton adı verilen parçacıklardan oluşuyordu. Eğer ışık kuantumları metal bir yüzeyle çarpışırsa metal yüzeyden ışığın dalga boyuna bağlı olan bir enerjiyle elektronların fırlayacağını gösterdi. Işık ne kadar maviyse fırlayan elektronlar o kadar yüksek enerjili oluyordu. Einstein böylece bugün kullandığımız pek çok teknolojinin önünü açan bir etkiyi açıklamış oldu. Ayrıca kuantum mekaniğinin temellerinin atılmasına da önemli bir katkı sağladı.
Çalışmaları elbette bu dört makaleyle sınırlı kalmadı. Toplamda 200’den fazla bilimsel makale ve 150’den fazla bilim dışı çalışma yapacaktı.
Einstein, 1905 yılında yayınladığı mucizevi makalelere rağmen hâlâ patent ofisindeki işine devam ediyordu arkadaşlar. Çünkü bilim dünyası henüz onun gelmiş geçmiş en büyük fizikçi olabileceğinin farkında değildi. Zaten kuramları ilk başta hemen kabul görmedi, yadırgandı. Ünü yavaş yavaş arttı. Önce fizikçiler ofisine gelmeye başladılar. Hayatı boyunca hiç laboratuvara girmemiş birinin zihninden nasıl olur da evrenin sırrını açıklamaya bu kadar yaklaşan fikirler çıkabildi diye merak ettiler. Sonra Einstein’ın makaleleri o dönemin en önemli fizikçisinin eline geçti. Kuantum kuramını geliştiren Alman fizikçilerden bir diğeri olan Max Planck. Böylece kapılar ardı ardına açılmaya başladı.
Genel Görelilik Kuramı
Einstein Özel Görelilik Kuramı’nı açıkladıktan sonra bu göreli çerçeveye kütle çekimini nasıl dahil edeceğine dair fikir yürütmeye başladı. Asıl mesele kütle çekimini açıklamaktaydı. Bu soru üzerine o kadar düşündü ve o kadar uzun araştırmalar yaptı ki sonunda Newton’ın devri kapanacak ve aradan geçen 230 yıldan sonra Einstein’ın devri başlayacaktı.
Özel Görelilik düzgün, doğrusal ve ivmesiz hareket eden sistemlerle sınırlıydı. Genel görelilik ise birbirine göre ivmeli hareket eden sistemleri de kapsıyordu.
Einstein evrenin tanımlanması için iki boyutlu Öklid Geometrisi’yle açıklanabilen bir düzlemin yetersiz kalacağını biliyordu. Newton’ın ne olduğunu tanımlayamadığı yer çekimini anlamak ve evrenin sırrına ulaşmak istiyordu.
Burada Max Planck, Einstein’a beni çok gülümseten bir cümle kurmuş demiş ki:
“Kütle çekimi üzerine elbette çalışabilirsin fakat başarılı olamayacaksın. Olsan da kimse sana inanmayacak.”
1907 yılında Einstein, serbest düşen bir gözlemciyi ele alan basit bir düşünce deneyi yaptı arkadaşlar. Hayatımın en mutlu düşüncesi dediği bu deneyden yola çıkarak Genel Görelilik Teorisi üzerine sekiz yıl sürecek bir araştırmaya başladı.
Hayatımın En Mutlu Düşüncesi
Deney şöyleydi:
Bir insan asansördeyken asansörün halatları koparsa ne olur? Asansör ve içindeki insan dünyanın kütle çekim alanında aynı hızda yere düşerken, insan ağırlıksız hisseder değil mi? Sanki uzaydaymış gibi.
Peki aynı insan dünyadan çok uzaktaki bir uzay gemisinde olsun. Ayaklarının yere basmasını sağlayabilecek bir kütle çekimi olmadığı için doğal olarak uzay gemisinin içinde serbesttir. Şimdi uzay gemisi hareket ederse ne olur? Gemi ivme kazandıkça içindeki insan hareket yönünün aksi yönde gemi tabanına düşer ve yer çekiminin etkisi altında olduğunu hisseder.
E o zaman ivmelenmeyle kütle çekimi aynı hissi yaratıyorsa acaba aynı şeyler olabilir mi? Evet. İşte Einstein bu düşünce deneyiyle eşdeğerlik ilkesini ortaya koymuş oldu.
Şimdi aynı uzay gemisinde geminin penceresinden bir ışık fotonunun girdiğini düşünelim. Bu foton, geminin diğer yanında, girdiği noktaya göre daha aşağıdaki bir noktaya düşer. İçindeki insanın bakış açısından foton bir eğri şeklindedir. Eğer ivmelenme ve kütle çekimi aynı şeyse ve ivmelenme ışığı bükebiliyorsa, denklik ilkesine göre kütle çekimi de ışığı bükmelidir.
“O kafanın içinde neler oluyor sevgili Einstein? Bunları nasıl düşünebildin?” diyesi geliyor değil mi insanın. Adam boşuna şunu söylememiş:
“Hayal gücü bilgiden daha önemlidir. Çünkü bilgi şu anda bildiğimiz ve anladığımızla sınırlıdır.”
İşte Einstein bu zorlu ve yorucu düşünce deneylerinden yola çıkarak çok sancılı dönemler geçirdi fakat sonunda bulduğu şey inanılmazdı. Kütle çekimi uzayı büküyordu. Yer çekimi Newton’un söylediği gibi büyük kütleli cisimlerin gizemli bir gücü değildi. Her cisim uzay-zaman dokusunda bir bükülmeye neden oluyordu. Yani bizi çeken yer değil, iten uzaydı. Dünya, Güneş’in uzay-zaman dokusunda yarattığı eğrilikte sürekli düşen bir küreden başka bir şey değildi. Sanki hiç bitmeyen bir düşüş gibi.
Einstein, Genel Görelilik Teorisi’yle kütlenin uzay-zaman dokusunda bir bükülmeye neden olduğunu ortaya koydu.
Dünya değişmek üzereydi. Birdenbire herkes bu Alman patent memurunun Newton’ın yer çekimi fikirlerini yerle bir etmesine şahit oluyordu. Einstein’ın bu yeni kütle çekim kuramı Newton’ın teorisinin açıklayamadığı Merkür’ün günberisindeki kaymayı bile açıklayabiliyordu.
Görelilik Teorisinin Kanıtlanması
Fakat bu teorik çalışmaların fiziksel kanıtlara, yani deneylerle desteklenmeye ihtiyacı vardı.
Einstein, teorisini daha kapsamlı bir şekilde geliştirmek için çalışmaya devam etti. Genel Görelilik Kuramı o kadar karmaşıktı ki çok az kişi anlayabiliyordu. Amerikalı fizikçi Richard Feynman bile bir keresinde Einstein için:
“Bunu nasıl düşündüğünü hâlâ anlayamıyorum.” demişti.
Einstein teorisinin kanıtlanmasının tek yolunun bir Güneş tutulmasından geçtiğini biliyordu. Tam bir Güneş tutulması sırasında Güneş’in çevresinde bulunan yıldızlardan gelen ışıkların bükülüp bükülmediğine bakılabilirse Einstein’ın teorisi kanıtlanabilirdi. Çünkü sistemimizde en büyük kütleye sahip olan cisim Güneş’ti ve uzay-zamanda en fazla bükülmeye sebep olabilecek bir tek o vardı. Tek gereken onun parlak ışığının önünü kesecek bir Güneş tutulmasıydı.
1919 yılında İngiliz astronom Arthur Eddington ve ekibi, Einstein’in Genel Görelilik Teorisi’ni kanıtlamak amacıyla Güneş tutulması gözlemine girişti. 29 Mayıs 1919 tarihindeki bir tam güneş tutulması sırasında yıldız ışığının, Güneş tarafından aynı Genel Göreliliğin öngördüğü şekilde büküldüğünü doğruladı. Einstein haklıydı. Teori kanıtlanmıştı.
Genel göreliliğin öngördüğü gibi Güneş’in kütlesi ışığı büküyor ve gerçekte olduğundan farklı bir konumda görünmesine sebep oluyor.
Bilimsel çevreler dışında adı sanı bilinmeyen bu genç adam birden bire dünya gazetelerinin manşetlerini süslemeye başladı. Kısa sürede fenomen oldu. Bütün dünyadan davetler alıyor ve gittiği yerlerde binlerce insan tarafından karşılanıyordu. İnsanlar Einstein’ın çok önemli bir şey yaptığının farkındaydı ama ne yaptığını hâlâ kimse tam olarak anlayamıyordu. Hatta bir keresinde Eddington’a göreliliği sadece üç kişinin anladığının doğru olup olmadığı sorulduğunda, esprili İngiliz astrofizikçi durup:
“Üçüncü kişinin kim olduğunu bulmaya çalışıyorum.” demişti.
Einstein Özel ve Genel Görelilik Kuramlarını ortaya koyduktan sonra 1909 yılında henüz teorisi kanıtlanmamışken patent bürosundaki işini bırakmıştı. 1909’dan yaşamının sonuna kadar hep farklı kurumlarda profesör olarak çalıştı. Ama patent bürosundaki yıllarını hep yaşamının en mutlu ve özgür günleri olarak andı. Orası dünyanın değiştiği yerdi.
Başarısız Evlilik Adamı Einstein
Büyük dahi, bilim dünyasında inanılmaz başarılıydı. Evet. Ama aynı başarıyı aile hayatında gösteremiyordu ne yazık ki arkadaşlar. Mileva depresyona girmişti. Evde düzen kalmamıştı. Einstein, yardımcı olmaya çalışıyordu ama bunu yürekten istemiyordu. Bir deftere denklemlerini yazarken, bir yandan da bebeği taşıyordu.
Einstein’ın eşi ve çocukları
1910 yılında, Einstein ve Mileva çiftinin ikinci oğulları dünyaya geldi. Bir süreliğine araları düzeldi ancak bu da uzun sürmedi. Mileva’nın depresif hali devam ediyor, Einstein’ın birlikte vakit geçirdiği kadınları kıskanıyordu.
1914 yılında Einstein Berlin Üniversitesi’nin teklifini kabul edince ailesiyle beraber Berlin’e gitti. Mileva bu şehirde yaşamaktan hiç memnun değildi. Bundan da önemlisi Einstein’ın kuzeni Elsa da orada yaşıyordu. Mileva, Elsa’yı kıskanıyordu. Ayrıca Almanlar, Mileva gibi Sırp kökenli insanları küçük görüyorlardı.
Sonunda Mileva’nın korktuğu başına geldi. Einstein, Elsa’yla çok sık görüşmeye başladı. Bu sonun başlangıcıydı. Kavga ettiler. Einstein evden ayrıldı. Mileva ve çocuklar yeniden Zürih’e taşındı. 1916’da çocuklarını görmek için yaptığı bir ziyaret esnasında Einstein, Mileva’ya boşanma teklif etti. 1919 yılında boşandılar.
Albert Einstein ikinci eşi Elsa Einstein ile birlikte
Bu boşanmanın ardından Einstein, Elsa’yla evlenmek için artık özgürdü. Aslında aralarında bir tutku yoktu ama Einstein mide ülseri ve sarılıkla ilgili sorunlar yaşarken Elsa kendisine çok iyi bakıyor ve güzel yemekler yapıyordu. Onun çalışması için uygun ortamı oluşturuyor, Einstein’ın hayatını kolaylaştırıyordu. Böylece ilk eşinden boşandıktan 3,5 ay sonra Albert ve Elsa evlendiler.
Gelin görün ki Einstein’ın ününün iyice artması ve kadınlar tarafından ilgi görmesi ikinci evliliğinde de sorun oldu. Ama yine de Elsa’nın hayatının sonuna kadar mutlu bir evlilik yaşadılar. Elsa 1936’da Amerika’da vefat ettiğinde Einstein notlarına şöyle yazmıştı:
“Buradaki hayata kısa sürede adapte oldum. Çalışma odamda bir ayı gibi yaşıyorum. Bu ayılığım, etrafımdakilerle benden daha iyi geçinen kadın komutanımın ölümüyle daha da arttı.”
Nazi Partisi’nin Yükselişi ve ABD Vatandaşı Oluşu
Einstein’ın ABD Princeton’daki evi
1914 yılında Einstein, Max Planck’ın kişisel ricasıyla İsviçre’den Almanya’ya geri dönmüştü. Fakat 1933 yılında Almanya’da Nazi Partisi iktidara geldi ve Yahudi karşıtlığı hızla artıyordu. Einstein bu sebeple Almanya’yı terk etmek zorunda kaldı. Amerika Birleşik Devletleri’ne yerleşti. Princeton, New Jersey’de Yüksek Araştırma Enstitüsü’nde görev aldı. 1940’ta Amerikan vatandaşı oldu. Artık 1955’teki ölümüne kadar yaşayacağı yer burasıydı.
Einstein hayatı boyunca kendini hep anti-militarist ve pasifist olarak tanımladı arkadaşlar. Hatta o kadar ki bir keresinde:
“Sadece barışçı değil, militan bir barışçıyım. Barış için savaşmaya hazırım.” demişti.
Fakat Nazilerin nükleer bomba geliştirmesi endişesi bütün dünyayı tedirgin ediyordu. Einstein, Hitler gibi birinin ancak kaba kuvvetle durdurulabileceğini düşünüyordu. Leo Szilard, Albert Einstein ve bir grup bilim insanı ABD başkanı Roosevelt’e bir mektup yazdılar. Mektupta “Alman bilim insanlarının atom bombası yarışını kazanabileceği ve Hitler’in bu silahı kullanmak için oldukça istekli olacağı” konusunda uyarılar vardı. Aslında bu mektup atom bombasının yapımını doğrudan tetiklemedi ancak yapılmasını kolaylaştırdı. Böylece ABD, Manhattan Projesi’ni başlattı. Fakat Naziler yenilince atom bombasının kullanılmasına gerek kalmadı.
Ama bildiğiniz gibi Amerika, II.Dünya Savaşı’nı kısa yoldan bitirmek için Japonya’ya iki atom bombası attı. Yaşanan bu trajediden sonra Einstein pişmanlığını şöyle dile getiriyordu:
“Eğer Hiroşima ve Nagasaki’nin yaşanacağını tahmin etseydim, 1905 yılında formülümü yırtıp atardım.”
İlerleyen yıllarda da nükleer silahlara karşı Bertrand Russell ile birlikte bir manifesto yayınladılar.
Einstein ve Kuantum Mekaniği
Einstein, Niels Bohr ile birlikte
Hayatı boyunca pek çok keşif yapan Einstein, Fotoelektrik Etki’yi açıklayan makalesiyle kuantum teorisinin gelişimine de büyük katkıda bulunmuştu ama kuramın gittiği yönden hiç memnun değildi. Einstein, kuantum mekaniğinin bazı sonuçlarına, özellikle Heisenberg’in belirsizlik ilkesine oldukça şüpheci yaklaşıyordu. Niels Bohr kuantum kuramının gelişmesinde önemli rol oynamış fizikçilerden birisiydi ve Einstein’ın bu fikirlerine katılmıyordu.
Einstein ve Bohr arasında birbirine saygılı bir biçimde, dostça bir tartışma sürdü. Einstein çeşitli düşünce deneyleri ile kuantum kuramının belirsizlik ilkesini çürütmeye çalışıyordu fakat Bohr bu eleştirilere tutarlı cevaplar vererek Einstein’ı ve dünyayı ikna ediyordu.
İlerleyen yıllarda Bohr’un yaklaşımları geniş ölçüde kabul görecekti. Kuantum kuramının gelişimine büyük katkılar sunan Einstein bu defa yanılıyor gibi görünüyordu.
Ölümü
Başarısız aile hayatı ve kendi memleketinde doğan Nazizm’e rağmen, Einstein genel olarak mutlu bir hayat sürdü arkadaşlar. Çoğunlukla hayatı işinden ibaretti.
Dünyanın en büyük bilim insanlarından biri olduğunun, hatta belki de en büyüğü olduğunun farkındaydı. Daha yaşarken bir efsaneye dönüşmüştü. Ama bu ayrıcalığını hiçbir zaman kullanmaya kalkmadı. Maddiyata önem vermiyordu.
Onu tanıyan çoğu insan, kibar ve sempatik biri olduğunu söylerdi. Yaşamının erken dönemlerindeki kibirli ve asi genç gitmiş, yerine erdem sahibi bir bilge gelmiş gibiydi. Profesyonel anlamda dengi olanlar bile ona büyük saygı duyuyordu.
13 Nisan 1955’te Einstein bir iç kanama geçirdi. Ameliyat olması gerekiyordu fakat ameliyatı şu sözlerle reddetti:
“İstediğim zaman gitmek istiyorum. Hayatı yapay bir şekilde uzatmak tatsız. Ben üzerime düşeni yaptım, şimdi gitme zamanı ve bunu zarif bir şekilde yapmak istiyorum.”
Princeton’daki hastaneye Berkeley’den oğlu Hans Albert geldi. O halde bile, çalışmaya devam edebilmek için gözlüklerini istiyordu. 17 Nisan günü birleşik alan kuramının bir parçası olarak yaptığı bitmemiş bir hesap üzerinde çalışmaya başladı. Ertesi sabah 01:15’te öldüğünde kağıtları yatağının yanındaydı. Kendi sözleriyle: “Çalışmanın insanı kendine çeken büyüsü” son nefesine kadar devam etmişti.
Birleşik Alan Kuramı Yaratma Çabası
Albert Einstein hayatının büyük kısmını bütün kuramları birleştiren bir birleşik alan kuramı bulmaya çalışarak geçirdi. Kendi sözleriyle Tanrı’nın düşüncelerini matematik şeklinde bilmek istediğini söyledi. Tek bir denklem istiyordu. Küçücük birkaç kalem hareketi. Evrenin güzelliğini ve asaletini anlatacak, tüm fizik kanunlarını içeren bir denklem. Ama olmadı. Hayatının amacını gerçekleştiremedi.
Sonuç:
Gerçekleştiremedi fakat ondan çok şey öğrendik. Einstein görelilik kuramlarıyla evren anlayışımızda bir devrim yarattı. Kütle çekiminin ne olduğunu açıkladı. Uzay ve zamanın bir bütün olduğunu ve bükülebileceğini gösterdi. Zamanın göreli olduğunu ortaya koydu. Olayların farklı gözlemciler için farklı olduğunu gösterdi. E=mc² denklemiyle, kütle ve enerjinin aynı şey olduğunu öğretti. Ve Güneş’in nasıl enerji ürettiğini açıkladı. Nükleer enerjinin anlaşılmasını sağladı. Bu buluşla atom çağı başladı.
Einstein’la ilgili hikayemiz burada sona erdi arkadaşlar. Ama öyle görünüyor ki ondan daha çok bahsedeceğiz. O sadece bir bilim insanı değildi. Tüm dünyaya ders veren bir öğretmen, bir filozoftu aynı zamanda. Bu yüzden videoyu onun sözleriyle bitirmek istiyorum.
“HAYAL GÜCÜ HER ŞEYDİR. HAYATIN GELECEKTEKİ GÜZELLİKLERİNİN ÖN İZLEMESİDİR. GERÇEKTEN YAPMAK İSTEDİĞİNİZ BİR ŞEYDEN ASLA VAZGEÇMEYİN. BÜYÜK HAYALLERİ OLAN BİR İNSAN TÜM GERÇEKLERİ BİLEN BİR İNSANDAN DAHA GÜÇLÜDÜR.”
“HİÇ HATA YAPMAMIŞ BİR İNSAN HİÇ YENİ BİR ŞEY DENEMEMİŞTİR.”
“DÜNDEN DERS ÇIKARIN, BUGÜNÜ YAŞAYIN, YARIN İÇİN UMUT BESLEYİN. ÖNEMLİ OLAN ŞEY SORGULAMAYI HİÇ BIRAKMAMAKTIR.”
Kaynaklar ve İleri Okuma:
İzafiyet Teorisi – ALBERT EINSTEIN
Albert Einstein Fiziğin Sınırları – JEREMY BERNSTEIN
Aforizmalar – ALBERT EINSTEIN
Einstein, Bir Dehanın Yaşamından Notlar – İNDİGO
Albert Einstein’ın Bilimi ve Hayatı – ABRAHAM PAIS
https://www.nobelprize.org/prizes/physics/1921/summary/
https://www.newspapers.com/newspage/352620326/
yorum Yap